Sıcaktan mı?

Üç hafta önce yazdığım son yazıda son zamanların belki de en az hissedilen Ramazan'ını yaşadığımızı not etmiştim. Bu gözlemim aradan geçen sürede pekişti.

Tabii kişi her gördüğünün üstüne bina inşa etmemeli, teori uydurmamalıdır. Üstelik öncelikle, gözlemin kendisi sorgulanmaya açıktır. Çok muhtemelen arada Erzurum'a, Konya'ya, Kayseri'ye gitmemiş olmam, daha ziyade memleketin batısında, arada bir kere de ilericilik-gericilik söz konusu olduğunda Anadolu'nun vahası sayabileceğimiz Dersim'de bulunmam yaptığım gözlemde rol sahibidir. Ama ben de bu açıdan kendimi savunabilecek durumdayım: Bu kadar zamanı Bağdat Caddesinde, Fenerbahçe burnunda ya da Çanakkale kordonda geçirmedim!

Diyelim, gözlemim doğru... Öyle olsa bile, havaların çok sıcak olması nedeniyle oruç tutanlar zamanlarını mümkün olduğunda kapalı mekanlarına çekilerek doldurmuş olamazlar mı? Yani durumu, ille de, gericiliğin kovuklarına rücu etmesinin bir göstergesi saymak doğru olmayabilir.

Bu ihtimal sıfır sayılamaz elbette. Ancak bu yönde bir değerlendirme Ramazan ayına eşlik eden dinci baskıdaki artışın, oruç tutan sıradan insanlardan kaynaklandığı yolunda bir fikri barındırır. Oysa hiç de öyle değildir. Erzurum ve benzeri başka yerler de dahil, Türkiye'de müslümanlar oruç tutarkan kurt adam haline gelmezler! İnsanların açlıktan, susuzluktan sinirleri harap olabilir, trafikte tartışmalar daha kolay kavgaya dönüşür... Ama gerici baskının nedeni bu değildir. Ramazan ayını kasvetli bir gericilik mevsimine çeviren dinci gerici siyasettir.

İşin tuhaf tarafı dinci gerici siyaset her zamankinden daha az çalışmamıştır. Başka zamanlarda olduğundan çok daha büyük bir güce, sınırsız bir siyasal iktidara ve geniş ve küstah bir toplumsal tabana sahip olduğu da meydandadır.

Lakin bu potansiyel kendini gösteremedi. Oysa AKP'nin tam da içinde bulunduğumuz süreçte toplumu daha fazla baskılamaya ihtiyacı vardı.

Bu köşede daha önceleri anlatmaya çalıştığım tez şu: AKP büyük projesini, islamcı toplumunu sağlamlaştırmak için demokratik, hoşgörülü falan davranamaz. Tersine bu yolun mantıksal doğrultusu faşizmdir.

Özetle gerici potansiyelin kendini yeterince dışa vurmaması, oruçluların sıcak havada iyiden iyiye enerjisiz kalmalarıyla açıklanamaz. Ama enerjisi azalan birileri vardır ve benim ilgimi de bunların durumu çekiyor.

Belki enerjileri çok da azalmamıştır da, bugüne kadar yaptıkları, toplumda bir aşı direnci yaratıyordur. Yani, daha iyisi, 2012 Ramazan'ına dair gözlemimin nedeni, gericilerin geri çekilmesinde değil de, toplumu kapsama yeteneklerinin azalmasında ve aynı anlama gelmek üzere insanların kafayı daha dik tutma gücünü kendilerinde bulmalarında aranmalıdır.

Bu sonuncusuna aklı yatmayan kötümserler, giyim kuşam ve içki kullanımına ilişkin gözlemlerimi de yakıcı sıcaklara bağlayacaklardır.

İnsanlar pişmek istemedikleri için mi, mini etek ve şort kent merkezlerine ve emekçi semtlerine doğru yayılma gösteriyor? 35 derecede alkol en iyi serinletici olduğu için mi her zamankinden daha fazla ayan beyan içiliyor?

Bu açıklamanın benimkinden çok daha zayıf olduğunu söylemeliyim. Öyle bir toplumsal ortam yaşanabilirdi ki, insanlar serinliği daha az giyinmekte değil, dışarı daha az çıkmakta veya bize uzak olmayan kimi coğrafyalarda olduğu gibi örtünerek güneşten korunmakta arayabilirlerdi. Öyle bir ortam olurdu ki, oruç tutanlar değil de içki içenler evlerine çekilirdi...

Doğanın yarattığa basınca insanın vereceği tepkinin biçimini toplumsal faktörler belirler. 2012 yazında ortaya çıkan biçimin “sıcakla baş etme stratejisi” olarak açıklanamayacağını, basbayağı Türkiye toplumunun gericiliğe karşı kafayı dik tutmaya başladığını söyleyebiliriz.

İkna edici oldu mu, bilmem. Ancak buraya kadarı doğru geliyorsa, üstüne yüksek bina kurmayacaksak bile, bir iki taş daha koymamız mümkündür.

Türkiye'de toplumun gericiliğe gündelik yaşam pratikleri üstünden tepki vermesi yeni bir olgudur. Sivil toplumcu tarih yorumlarına hiç katılmasam da, ilericiliğin toplumsal tabanının gericiliğe oranla tarihsel olarak daha geniş olduğu bir vakıadır. Modernleşmenin başına gelen, bir tür “resmi ideoloji”ye, hatta devlet ideolojisine dönüşüp boşa düşmek olmuştu. Şimdi topu topu birkaç yılla ölçülecek bir süreçte benzer macerayı dincilik yaşıyor. Toplum “devletlu” hale gelen dinci gericiliğe tepki üretiyor.

Bu tepki değerlidir.

Bu tepki politik değildir.

Bu tepki gündelik yaşam pratiklerinden kopmaksızın, tersine oralardaki derinliğini daha da güçlendirerek, İkinci Cumhuriyetin temel saldırı başlıklarının karşısına politik bir kuvvet olarak taşınmalıdır.

Bununsa havaların nasıl gittiğiyle bir alakası yoktur...