Seçimin arifesi, siyasetin devamı

Seçim atmosferinin hiç oluşmadığı bir seçime dayandık. Aslında bundan en son şikayet edecek olan biziz.

Seçimleri siyasetten, yani sınıf mücadelesinden ayrı bir vaka durumuna getirmek burjuva siyasetinin tarzıdır. Hayat duracak ve onun dışında bir platform oluşacak ki, kitleler kendilerini sadece oy vermek açısından özne hissetsinler. Seçim dolayımının dışında bir güçle donanmasınlar. Gündelik ve aynı anlama gelmek üzere toplumsal kaderleri için ayrı bir makam olarak “siyaset kurumuna” vekalet versinler...

Aydınlanma sayesinde kaderini, tanrıya ve onunla akraba gözüken hükümdara teslim etmekten, yani teba olmaktan çıkan yurttaşın “geriye sarılması”dır bu. Sadece oy verirsin ve ötesine karışamazsın!

Sosyalist siyaset yurttaşın ve insanın üstüne, kapitalizm ile birlikte yeniden çizik atılmasına direnmeden devrimci bir değişim gerçekleştiremez. Seçimi ayrı bir platform olarak tanımlamak bir boyun eğdirme operasyonudur.

Dolayısıyla seçim atmosferinin oluşmamış olması, bir bakıma kitlelerin, düzen standartları açısından fazla dahil oldukları siyaset sahnesinden çıkmamaları anlamına gelebilir. Hele kitlelerin güçlü referansları varsa ve yaşıyorsa.

Var: Haziran direnişi!

Burjuva siyaseti seçimi yaşamdan kopartabilseydi, bütün umutların bağlandığı ve ötesinde bir enerji kaynağının ve müdahale alanının var olamayacağı bir yapay sahne inşa edilebilseydi, seçim kitleler için deşarj işlevi görürdü. Görevini ve yapabileceği biricik işi yapan kitleler kaderlerine razı olmak üzere resmi sonuçların açıklanmasını beklerlerdi. Halktan tebaya geri dönüş...

Türkiye’de Haziran sonrasına biçim vermek isteyen güçler var. Öyle karanlık ve bilinmeyen birileri değil. Bildiğiniz egemen güçler. Aralarında her boy sermaye fraksiyonu, emperyalist odaklar, düzen kurumları ve burjuva partileri var. Aradıkları biçimlendirme, bunlar arası itiş kakışın, pazarlıkların sentezi olarak karşımıza çıkacak.

Tablo basit. Eğer çok küçük olan ihtimal gerçekleşir de, Erdoğan çetesi “yenilmedik ayaktayız” diyebileceği bir başarı elde ederse, bunun meşruiyeti olmayacak. Her şey gibi bu da yalan ve hırsızlık olarak kabul edilecek. Resmi sonuç yönetme ehliyetinin yeniden edinilmesi anlamına asla gelmeyecek. Üstelik bu altı boş mevziyi şiddetli bir saldırıya dayanak kılmak isteyeceği kesin olan Erdoğan saldıracak ve halk isyan edecek.

Tersi olduğunda AKP’nin boşalttığı alanda, bu haliyle CHP veya MHP veya Cemaatin yeni bir hegemonya kurma şansları pek zayıftır. Boşluğu halk doldurur. Kitlenin kafasının türdeş olmadığı, çelişik fikirlerin havada uçuştuğu doğru. Ama hareketin kendisi doğurgan ve aydınlatıcıdır. Aydınlanma her zaman soldur. Bağnazlık ve bağnazlıkla uzlaşma çizgisinden bugünün Türkiye’sinde yeni, kalıcı, dengeli bir statüko çıkmaz.

Tamamen imkansız değil kuşkusuz bu. Ama doğurgan kitle hareketinin önce mutlak bir kaosla dağıtılması, önüne konacak her menüye fit hale getirilmesi gerekir. Oysa egemen güçlerin toplamı bu anlamda risk istemiyor: “Aman bir şey olmasın!” Sloganları bu.

Zaten tam da bu nedenle üstüne ve etrafına benzini boca edip elinde çakmakla ordan oraya koşturan Erdoğan bunca zamandır, meczup değil iktidar sahibi olarak varlığını sürdürmüyor mu?

Resmi sonuçların son olasılığı, bir denge durumunun oluşmasıdır. Tayyipçiler ve karşıtları diye bölünen bir siyaset tablosunda dengeden sadece çatışma çıkar. Bu durumda “aman bir şey olmasıncılık” kısa süreli riskleri göze alıp kılıç atmak zorunda kalır. İstiyorsan çak çakmağı! Çakarsa önce kendi yanar. Berkin’in cenazesine eşlik eden provokasyonları hiç zorlanmadan boşa çıkartan halk bununla da başa çıkar hiç kuşkum yok.

Seçim atmosferi hiç oluşmadı. Seçim halktan vekaletin alınıp gaspı anlamına gelmeyecek. Haziran direnişi seçimle örtülemeyecek, söndürülemeyecek.
O halde üç yol var.

Bir: Yakarım ulan!

İki: Aman bir şey olmasın...

Üç: Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!

Bu seçimi kim kazanır, dersiniz?