Savaş ve sol

16 Kasım 2012 tarihli soL Gazetesi'nde VAKİT TAMAM adlı köşede yayımlanmıştır. Aydemir Güler soL Gazetesi'nde Pazartesi ve Cuma günleri yazmaktadır.

Bu aralar savaştan söz edene rastlandığında “nerden çıktı” denmiyor. Bana da demezsiniz, ama yine de söyleyeyim: Son günlerimi Hatay’da geçirdim, önümüzdeki günlerin de bir kısmını Hatay’da geçireceğim. Malum, orası savaş ve barışın nabzının attığı yer.

Son zamanlardaki tüm salınımlara karşılık, AKP’nin bir buçuk yılı aşkın süredir aktif biçimde, onun öncesinde de hazırlık niyetine yaptığı Suriye yatırımından cayması mümkün değildir.

Sınır boyunun ekonomik karakterini alt üst edeceksiniz, bölgeye 40 bin civarı çete yerleştireceksiniz, bunca adam sırtını TSK topçusuna dayayıp askeri harekat yürütecek, artık kimin istihbaratına dayanıyorsa suikastlar düzenleyecek, sırf provokasyon olsun diye kendi köylerinize bomba düşmesine izin vereceksiniz, uluslararası liderlik iddialarının altından kalkamayacaksınız, Kürt sorununu bu süreçle bağlantılı olarak içinden çıkılmaz hale getireceksiniz... bu tabloda savaştan vazgeçen bir AKP’nin ödeyeceği fatura çok daha yüksek olur.

AKP’nin yelkenlerini ekonomiden siyasete, ideolojiden diplomasiye her alanda Batı rüzgarları doldurmuştu. Uluslararası faktörlerin bu kadar önemli hale geldiği bir ülkede, dış politika yeni rejimin kitlelere yutturulması için kritik unsur olarak iş gördü. Bir süredir, aynı rejimin daha kurulurken çözülmeye başlamasında da dış faktör rol üstlendi.

Peki bu dış faktör konusunda biz ne yapabiliriz?

“Biz” kim miyiz?

Suriye’deki teyzeoğlunu merak eden vatandaş, “ah rastlasam da suratına tükürsem” diye gözü ÖSO’cu arayan delikanlı, TIR ticaretinin, sınır ticaretinin, turizmin toptan çökmesiyle dara düşen sıradan insanlar, veya ülkenin diğer yörelerinde savaş tedirginliği yaşayan, savaş ekonomisinin doğrudan ve dolaylı sonuçlarını gündelik yaşamında hisseden, bu denli ABD kuyrukçuluğundan gururu incinenler veya yine sınır boylarında göç etmeye hazırlananlar...

Sol bu kesimlerin sözcüsüdür. İşte bu kesimleri temsilen sol siyasetin söz konusu dış faktör konusunda elinden fazla bir şey gelmez.

Uluslararası politikada ringde emperyalistler, bölgede rolünü azalttırmamaya kararlı İsrail, Suriye’de sadece bu ülkeyi değil Akdeniz’i de kaybedeceğini bilen Rusya, sıranın bir sonraki adımda kendine geleceğini gören İran olabilir...

Türkiye açısından ilk sıradaki unsur ABD. Soğuk Savaşta Sovyetler tarafından bölgeye doğrudan girişi kısıtlanan ABD, bu durumu Irak ve Afganistan işgalleriyle değiştirdi. “Arap Baharı” ve Suriye kuşatması, doğrudan karışma anlamında rüştünü ve liderliğini ispatlamış ABD’nin, somut bedeli bölge içi güçlere ödettirme stratejisine denk düşüyor.

Vaşington özetle, “madem bu kadar meraklısın, her anlamda faturayı ödeyeceksin” demiş oluyor Ankara’ya.

Bu tablodan türeyen etkiler savaşın nefesini soğutabilir veya ısıtabilir. Sıradan insanların, emekçilerin, halkın adına sol, kuşkusuz bunları izleyecek, tartışacak, deşifre edecek.

Ama bunun ötesinde solun emperyal dengelerden beklenti içine girmesi demek, kendisini ve sözcüsü olduğu kitleleri boşa düşürmek demektir. Bu hatayı yapan solcudan geveze bir strateji uzmanı çıkar ama siyasal faktör çıkmaz.

Sol herşeyi bilmeli ama kendi gücüne bakmalıdır. Aslında bu güç halktır. Ve o kadar büyüktür ki, onun kabullenmediği, ona kabul ettirilemeyen bir emperyal dengenin ayakta durduğu hiç görülmemiştir.