Sağ olasın AKP

2016 yılının Ramazan ayının ilk günlerinden başlayarak belli olan, toplumu dinselleştirme operasyonunun tutmadığıdır. Ramazan ayı gelmesine geldi ve hatırı sayılır bir nüfus elbette oruç tutuyor. Elbette, en bir modern TV kanallarında, modernliğin dibine vurmuş bir sunucuya bomba haberi bile “şu mübarek Ramazan ayında…” diye verdirtiliyor. Elbette tam güne yayılan bir ibadet biçimi olarak oruç dincilere önemli olanaklar sunuyor ve bu değerlendirilmeye çalışılıyor.

Ama tutmuyor. 2013’ün halk hareketi patlamazdan önceki yıllarda gözlemlemiştik ve yazmıştım. Laik Türkiye’de birileri oruç tutarken diğerleri saygısızlık etmeyeyim diye düşünürdü. Laik Türkiye’de gayet geleni geçeni olan, yani Alevi dağ köyü olmayan bir köyde kahvehane aleni oruç yeme mekânı olmazdı. Karşı taraf, yine aynı kafa, fırsatını bulduğunda kafa göz yarardı ve yine bugün olduğu gibi onlarca yobaz yerleşiminde bu fırsatı onlara vermenin sonuçları ölümcül olabiliyordu. Ama modernliğin mekân tuttuğu kentlerde laikler ateizme meyletmezler, her şeye rağmen saygıda kusur etmemeyi öne yazarlardı. Ramazan yaz ayına denk gelmişse yine biz mayolarımızı giyip denize giderdik ve zaten o zamanlar dinciler ne harem-selamlık plaj uygulamasını icat etmişlerdi, ne de kendilerine uygun giysiler kendi dükkânlarında satışa arz edilmişti. Yani, zaten plajlar bizimdi. Öte yandan arkadaşlar çoğunlukla oruç tutmasalar bile ortalık yerde içkili buluşma teklifleri malum ayın sonrasına ertelenirdi. Bayram laiklerin de eğlence zamanıydı. Bir avuç yobaz dışında, insanlar oruçlarını yalnızca iftar vakti dışa vurur, bizimkilerse bir lokantaya denk gelmişlerse, yan masadakilerin zamanının gelmesini beklerlerdi.

Tutmamanın ötesinde, 2010’larda bir toplumsal tepki ortaya çıkmıştır. Marşı “şerefine Tayyip”dir. Ve sanıldığında çok daha yaygındır. Dinselleştirme operasyonunun sözcüleri ayyaşların sayısını ilan etmeye kalkınca da, tepkiciler birden bire toplumun çoğunluğunu oluşturduklarını, Beşiktaş’ın birahaneler bölgesine, Kadıköy barlar sokağına, İzmir rıhtımına, Ankara’nın Sakarya’sına yalıtılmadıklarını görmüşlerdi. Sonra patladı.

Gezi/Haziran bu boyutuyla bitemez, bitirilemez. AKP’nin devletin resmi operasyonu olarak icra ettiği Sünnileştirme, dini inandırıcılıktan arındırmıştır. Çünkü Türkiye’de aydınlanmanın ve laisizmin toplum katında mevzileri sanıldığından daha köklüdür. Kök demişken, bu sözcüğün afaki olmaktan çıkması ve ölçülebilmesi için sınıflara bakılmalıdır.

Bir: Türkiye burjuvazisi dinselleşmeden ideolojik değil sınıfsal olarak memnundur. Ancak bu işi kendisi yapamayacağı açıkça belli olduğundan ihaleyi en cahil, en yobaz bir imamlar takımına vermiştir. Tutsaydı, toplumsal yapı bir yeni dengeye taşınabilirdi. Tutmadı ve imamların izole olmasına doğru gidiyoruz. Oysa kapitalizm dine muhtaçtır ve AKP denemesinin emek sömürüsü dışındaki yanları sistemin yönetme ehliyetini yok etmektedir artık.

İki: Bir üst paragrafta söylenenin dışındaki sınıflara da bakılmalıdır. Laikliğin hesapsız mevzileri de sınıfsaldır. Köylü Alevilik önceleri korunma güdüsüyle içindeki mezhepleşme eğiliminden kaçıp laisizme tutundu. Sonra kentleşti ve işçileşti. Alevi laisizmi kentli ve emekçi yanı çok baskın hale geldi.

Üç: Kadınların toplumsal yaşama çıkışları ve çıkarken laikleştirmeleri bir sanayileşme olgusudur. Emek sürecinde harem-selamlık uygulanamaz. Laisizm çalışma özgürlüğünün, işçileşmenin, işçi olmaktan gurur duymanın organik parçasıdır. Emekçinin emekgücünü satma özgürlüğü, burjuva tipte bir sahte özgürlüktür. Ama ona eşlik eden toplumsal rahatlama hakiki bir özgürlüktür. Kendi parasını kazanan genç kadını kimse “everemez.”

Dört: Türkiye kapitalizminin uluslaşma yolunda Hıristiyanlığı ve Museviliği tasfiye etmesine kozmopolit karakterli, farklılıkların hoş görülmesi ihtiyacına denk gelen laikliğin gerilemesi eşlik etmiştir. Ama Türkiye aydınının serüveninin buna uygun seyretmesi imkânsızdı. Kapitalist tasfiyeciliğe karşı aydın direncinin kaynağı yine kapitalistleşmedir. Gayrı Müslimler bastırılmış, azaltılmış, ama bu bir dinci-ırkçı faşist marjinalliğin ötesine taşınamamıştır.

Devam edebiliriz. Türkiye laisizmini devletin resmiyetinden ve protokol kurallarından sildiğinizde yok olamazdı, ama halka mal olurdu. Çünkü böyle bir eksen değişiminin sınıfsal temelleri vardı.

Sorsalardı böyle olacağını söylerdik. Türkiye’nin dinselleştirilmesi çabalarının son birkaç yüzyılın en salak projesi olduğunu gerekçeleriyle anlatırdık.

Bunlar, ultra cahildiler ve kimse onlara orijinal faşizm denemelerinde kiliseyle kurulan ittifakın karakteri hakkında bir şey fısıldamadı. Kimse İran’ın sermaye yapısının farkını anlatmadı. Cahil cesaretiyle yürüttükleri operasyon şimdi atak yapacaklarını zannettikleri bir Ramazan ayında sokakta alenen dökülüyor. Daha ilk günden bellidir, çuvalladıkları.

Türkiye laiktir laik kalacak deniyordu bir zamanlar ve bu tutmuyordu. Türkiye tutarlı bir laisizmle tanışmamıştı ve kalınacak bir güvenli statüko değil, bir mücadele alanı tarif edilmeliydi. AKP’nin çaldığı yıllar bu tarifi mümkün hale getirmiştir. Artık laisizm ve aydınlanma bir emekçi halk mücadelesidir.