Rasih ve diğerleri...

Rasih Nuri İleri’nin ölümü üstüne yayınlanan kısa biyografiler sayesinde birçok kişi Ferit Kalmuk ismiyle tanışmış olmalıdır. Ancak internetin temel bilgilenme mecrası olduğu asılsızdır ve öyle zannedenler “telefoncu Ferit” hakkında fazla bir şeye ulaşamayacaklardır. Ben denedim; Ferit Kalmuk diye yazdığınızda ulaşabildiğiniz internet bilgileri Rasih Nuri’nin ölüm haberinin damgasını taşıyor. Rasih ağabeyin ölümünden bağımsız bir Ferit Kalmuk pek zor bulunuyor…

Oysa Rasih ağabey nasıl yazdığını çok iyi bildiğim o biyografik notta derin bir saygı ifadesinde bulunmuştu, TKP’nin ve TSEKP’nin işçi çalışmaları sekreteri diyebileceğimiz görevi yürüten Kalmuk’a. 1942’de TKP’ye kendisini kaydeden kişiydi Ferit. Hayatının en önemli kişilerinden biriydi anlayacağımız! Nerden bilsin Rasih ağabey, şu tuhaf, intibak etme şansı bulamadığı internet dünyasında kendisinin ölüm haberinin Ferit’i örteceğini!  

Ferit Kalmuk önemliydi, çünkü sadece kendisini partileyen kişi değil, aynı zamanda aklı başında bir işçi militanıydı partinin.

Rasih ağabeyle, galiba -torunu olacak yaşta olmama rağmen bu kadar kötü bir hafızaya sahip olmaktan utanıyorum, ama elden ne gelir- evet galiba (!) 1990’ların başında tanıştım ilk kez. Bir toplantıyı haber verip davet etmek için önce telefonunu sonra kapısını çaldım. Aristokrat nezaketi ve ağabey sıcaklığını birleştiren ve benim yaşlı zannettiğim o döneminin üstüne daha yirmi yıldan fazla yaşayacak ve üretecek olan Rasih ağabey, eşi ve oğlu Mustafa Suphi’yle yemek yiyordu. Birkaç yıl sonra parti üyesi olacaklardı; her ikisi. Ve her ikisi Rasih ağabeyden önce terkettiler dünyamızı.  

Ağına yeni düşmüş bir genç devrimciyi baştan çıkartırcasına kitaplarının ve arşiv dosyalarının arasında kısa bir tanıtım turu attırmıştı bana. Zaten önce Doğan apartmanın Boğaz manzarası, sonra evin boş noktası kalmamış, resim dolu duvarlarından afallayan benim o günden sonra Rasih beyin dairesinin müdavimi olmam beklenirdi. Ama olmadı. O Gelenek dergisinin altıncı yılı vesilesiyle düzenlediğimiz toplantı davetine icabet etmedi. Ben de asıl kesin, kalıcı tanışmamızı 1998’e ötelemiş oldum.

Yalçın Cerit’in uzun politik yaşamından süzülüp gelen ilişkilerini usta bir örgütçü olarak taradığı ve beni peşine taktığı günlerdi. 1960’ların TİP anılarının, Rasih sayesinde parti yararına düzenlenen dünya çapında resim sergisi sohbetinin, siyaseti bırakanların, ölenlerin, doğruda durmasını bilenlerin geçiş yaptığı o uzun akşam Sosyalist İktidar Partisi’nin komünizmin temsilcisi, sözcüsü olarak seçimlerine katılacağına ikna oldu ev sahibimiz.     

Sonra beni, Şoför İdris’in geldiğinde oturduğu koltuğa buyur etmeyi adet edindi. Neden bilmem, İdris SİP’e partileyememişti Rasih’i. Belki de bizi beklemişti de, biz çocukluk veya tembellik etmiştik… Ama durun. Biz herhalde bir ilk örgütleme adımı olarak, yalnızca adaylık önermiştik ve o da kabul etmişti. İstanbul 2. Bölgeden birinci sıra milletvekili adayı olacaktı. Ve bizim gündüz gece bilmez koşuşturmaca içinde ilk kez katılacağımız seçimlere hazırlanmamıza bakmadan yeniden ve hemen görüşmek istiyordu.

Meğer yeni baskısı yapılacak olan Atatürk ve Komünizm’in arka kapağı için biyografisini güncelleyecekmiş. SİP üyesi olduğunu yazacaktı oraya! Parti kavramı ve parti tarihi hakkında kitaplar yalayıp yutmuş ve bol bol yazmış olan bizlere Parti’nin önemini kim hatırlatacaktı ki Rasih ağabeyden başka!

İşte ben “o” biyografinin nasıl yazıldığını biliyorum. Ferit Kalmuk’a saygı ve Sosyalist İktidar Partisi’ne üyelik… TBKP’nin likidasyonuna karşı Boz Mehmet ve Şahabettin Bakırsan’la birlikte verdiği mücadeleden sonra yeniden partili olmak. Bu “1942’den beri her zaman partili” genellemesinden farklıydı. “Bizim parti” likidasyondan çok çekmişti çünkü. Likidasyonun defterinin dürülmesi önemliydi. Komünist dediğin partili olurdu...

Mehmet Bozışık’ı bir yıl önce kaybetmiştik. Ama Rasih, Şahap ağabeyi partiye kazanmak için hep uğraştı. Son görüşmelerinden birinde bir tutam tuzum oldu; Şahap’ın Rasih’i hastanede ziyaretini ayarladık… Şahap’ın “hadi bakalım topla kendini” sözünü tuttu Rasih; Şahap artık adı TKP olan partiye üyeliğini yeniledi… Ama Rasih ağabey yoldaşının cezanesine gelecek kadar toparlayamadı kendini… Başkalarıyla da uğraştı partili yapmak için. Mesela Nail Çakırhan… Olmadı.  

Rasih ağabey “aydın” denen yaratığın sıkı örneklerinden biridir. Tarihçi denebilir ona rahatlıkla. Kuşkusuz bir sanat uzmanıdır aslında. İstanbul uzmanıdır aynı zamanda. Aydınlanma çağının aydınları “her şeyi bilen” insanlardır ya, öyleydi o da. Fransızcayı ana dili gibi bildiğini söylerdi. Eksik! Fransızcayı, o sayede başka Latin dillerinde kitap okuyacak kadar iyi biliyordu! Resim, mimari, müzik…

Türkiye’nin eski düzeninin entelektüel birikimi bir aydın fraksiyonu üstünden Cumhuriyete devroldu. Neredeyse bu transfer işlemine bitişik biçimde bu fraksiyonun bir parçası aynı birikimi komünizme taşıdı. Bu miras bağı çok önemlidir. Daha önce çok yazdık ve söyledik; komünizmi unutursanız Türkiye’nin aydın birikimini çözemezsiniz. Ne Aziz Nesin kalır, ne Rıfat Ilgaz; ne arkeoloji, ne sosyoloji… Bu ayrılmaz bağı var eden işte o dönüşümdür. Geniş haliyle İleri ailesi, örneğin Dino’ları da kapsayarak tam oradadır. Rasih Nuri ise simge isimdir.

Bu, sadece kültürel zenginlik değil, aynı zamanda siyasal kimlik. Türkiye’de solculuk ille de laik ve ilerici, bağımsızlıkçı ve yurtsever, halkçı ve kamucu olmak durumundaysa ve bu sınır taşlarının ihlali halinde solculuk falan kalmıyorsa, bu denklemin kökeninde komünist hareketin tarihsel aydın kuşağının harcı vardır.

Rasih ağabeyle son on beş yıl birbirimizi sevdik. Anlaşamadığımız da oldu. Eski MDD’ciliğinden değil; o kendi ifadesiyle MDD safında yer alıp da sosyalist devrimi savunan ilginç biriydi. Aynı Komintern ve Sovyet geleneğine toz kondurmayıp Troçki’yi basbayağı sahiplenmesi gibi. Bizim anlaşmazlıklarımızda benim, bizim haklı olduğum/uz tarafları boşverin; onun haklı olduğu taraf önemli bugün: Daha fazla ilgi bekliyordu, katkı koyabileceği kanalların daha geniş olmasını istiyordu.

Çok mu uzadı bu yazı? Rasih ağabey de uzun konuşurdu. Yazının uzamasını buna yorun... Ama o sıkmazdı hiç. Umarım bu yazı da sıkmamıştır sizi…