Peki ya ulusal sorun?

Diyoruz ki, artık ülkenin ve bölgenin kadim derdini Kürt sorunu olarak adlandırmanın açıklayıcı gücü kalmamıştır. Ne açıklayıcı gücü, ne de sorun çözme gücü.
Diyoruz ki, Kürt sorunu başta olmak üzere bilumum meseleye yaklaşım nasıl bir Türkiye istediğimiz sorusuna verilecek yanıt tarafından belirlenmek durumundadır. Bu işler, Kürtler söz konusu olduğunda Amerikancı bir bölgede, aşiret yönetimi altında siyasal demokrasi zırvalarıyla başlamıştı. Bugünlere kadar geldik.
Bu durumda bir kısmı art niyetli bir kısmı ise haklı kesimler, iyi de diyebilirler, Kürt sorununa ne diyorsunuz?
Art niyetlilerin emperyalizme bağımlılığı, bir emek cehennemi haline gelişi, tarikat egemenliğinin derinleşmesini önemsiz kılmaya çalıştıkları malum. Onları ayırt etmekte bir sorunumuz olmayacaktır ve nasıl yanıtlanmaları gerekiyorsa öyle yanıtlanacaklardır. Geçelim...
Sorunun geri kalan gerçek kısmı ise aslında yine bu konudaki açıklamalarımızda dile getirilmiş durumundadır. Yeni değil yıllardır.
Herhangi bir ulusal kimliğin ayrıcalık gerekçesi haline getirilemeyeceği. Eşitlik. İradi birliktelik. Ortak mücadele. Ortak ülke. Ortak cumhuriyet.
Sosyalizmin sırtında bu anlamda yumurta küfesi yoktur. Ulusal kimlikleri birbirleriyle çarpıştırmadan edemeyen, ortaklık dendiğinde kârın nasıl bölüşüleceğinden başka şeye kafası çalışmayan burjuvazi düşünsün gerisini.
O burjuvazi ülke nüfusunun anadillere nasıl dağıldığını saptamak için soru sorma yeteneğini bile yitirdi. Nüfus sayımına, eskiden olduğu gibi bu tür sorular ekleseler birincisi, bu ortamda doğru yanıt verildiğini kim bilebilir ikincisi, verilen yanıtların kimi yerde tehdit, kimi yerde meydan okuma, kimi yerde korku gibi güdülerle belirlenmesini kim engelleyebilir üçüncüsü, sonuçlar açıklanırken birilerinin kılıçlarını bilemeye, diğerlerinin çıkınlarını toplamaya başlamalarından nasıl kaçınılır?
Oysa sosyalizm çözümün önünde özgürdür.
Farklı ana dillerden insanlar ortak bir mekânda konuşacaklar ve karara mı varacaklar? Kim itiraz edebilir, daha fazla bilinen ve anlaşılan dili kullanmalarına?
Çocuklar okumayı, yazmayı öğrenecekler... Konuşmayı öğrendiği dilde yola devam etmesi en sağlıklısı, mantıklısı değil midir?
İnsanlar, sosyalizmde kendi kolektif organizasyonları anlamına gelen devletle ilişkilerinde kendilerini en rahat, en düzgün, en sağlıklı biçimde hangi dilde ifade ediyorlarsa, elbette o dili kullanacaklardır. Öyle değil mi?
Herhalde örneklerin tamamında değilse bile mutlak çoğunluğunda sınırların etrafında yaşayan topluluklar iki dillidir. Bugün Türkiye'de metropollerin eğitim düzeyi yüksek sakinleri değil, genellikle eğitim düzeyleri daha düşük sınır insanlarının çok dilli olduğunun farkında mıyız? Bu ülkenin insanlarının kendi ülkelerinin birkaç dilini birden öğrenmesi çok mu zordur?
Anadolu ve Trakya dillerinin birbirleriyle etkileşime girecekleri bir süreç son derece heyecan verici değil midir? "Tarihsel ilişkiler ve dostluklar" hakkındaki resmi palavraların değil, ama gerçek kültürel geçişkenliklerin güçlendirilmesi, edebiyatta, iletişimde, sanatta, siyaset dilinde bambaşka ufuklar vaat etmeyecek midir?
Ya bir karar verecek ve rotayı bu ufka çevireceğiz, ya da ulusal hakları ve halkları birbirlerine vurdurtmalarına seyirci kalacağız...
Not: Sol portal okurlarından iki yazı gününü atlamam ve bugünkü yazımı da birkaç saat geciktirmem nedeniyle özür dilemek durumundayım. İstanbul dışında bulunduğum birkaç gün güncel siyasal yazı yazma ve yollama olanağım olamadı... Bu aksamaları alışkanlık haline getirmeyeceğimi de taahhüt etmeliyim.