Parçalanmıştı, hiç kalmadı

Geçen hafta Türkiye’de AKP diktatörlüğünün geldiği noktanın egemen sınıfların, egemenlik mekanizmalarının, devletin lime lime parçalanması olduğunu yazmaya çalışmıştım. Bu durumda diyebilirim ki, 15 Temmuz’da şaşılacak olan şey yalnızca işin nicel boyutlarıdır. Bu boyutlar ve sonrasında yaşanmaya devam edilenler dağılmanın ne kadar derin olduğunu bir kez daha sergiliyor.

Darbenin sonrasında hükümetin gösterdiği refleksler ve attığı adımlara gelince; bu böyle devam etmeyecektir. Daha doğrusu Erdoğan takımı böyle devam edilemeyeceğini biliyor olmalıdır. Tasfiye bir yerde duracak, çünkü, birinci olarak, kadro yok. Bu çok belli; tekrar ediyorum, AKP’nin iktidar mekanizmalarını öz kaynaklarıyla sürdürmeye yetecek kadrosu yok!

Bir “çare” düşünülebilir, aşağıda döneceğim oraya…

İkinci olaraksa, tasfiyeyi mantıksal sonuçlarına kadar yürütmek için uygun siyasal güç yok. Mantıksal sonuç derken, akla herkesin vatandaşlıktan çıkartılıp bizzat Erdoğan’ın yapacağı mülakat yoluyla geri kabulü falan gelebilir; onu kast etmiyorum. Şakanın zamanı değil; kastım şu: Bu yaygınlık ve şiddetteki bir operasyon için Perinçek ittifakı yetmez! Zaten bu ekip, anti-Amerikan afra tafrasını boş verin, hayli zamandır bir ajanlık müessesesidir; güven olmaz.

Hükümetin uygulamak zorunda olduğu basınç sürecektir ve bu durumda AKP cephesinde her önemli figür, düşmana dönüşmese bile ayrı bir özne oluverir. Bunlar ayrıştıkça birleşip (!) ittifak haline gelirlerse, bu durum bir önceki mülakat şakasından daha eğlenceli olur!

Sonuç: Erdoğan kontrolü ele almak için bastırmak zorundadır. Bastırdıkça parçalanmaya ve kontrolü yitirmeye mahkûmdur.

Peki, bu ikili durum pratikte sürdürülemez mi?

Başka zaman başka yer başka koşullarda, bir ana politik yönelim, tersi yönde akıntılarla beslenerek ilginç bir diyalektik oluşturabilir pekâlâ. Zaten öyle olmasa, her demokrasi bir diktatörlük olmaz, her savaş politikası içinde uzlaşmalar barındırmazdı… Hayır, siyaset topyekûn karakter taşımıyor. Lakin bugün Tayyip’den diyalektik hiç çıkmaz! Darbeyi bastıran taraf güçlenmedi, daha da zayıfladı çünkü.

Parçalanmanın dozajı diye başlamıştık. Bunun benzersiz olduğunu tekrar etmeliyim. Ancak herkes bilmelidir ki, birinci perdesi şu vahşet ve şiddetle yaşanan bir sürecin, ikinci perdesinde dalga geri çekilmeyecektir. Tersine… Türkiye’de siyaset şiddetlenmek zorundadır.

Solda buna hazırlanmak yerine Tayyip diyalektiğine umut bağlayanları dün akılsız sayabilirdik. Bugün haindirler! Demokrasi birliğine koşup Meclis’te veya sonrasında sivil toplum mecralarında imza yetiştiren partiler veya bireyler, ya Erdoğancı olmuşlar, yani onun kadar gerici, karanlık yanlısı hale gelmişlerdir ve soldan kovulmalıdırlar. Veya bazıları bir sonraki başarılı darbenin parçası olmak için AKP’nin arkasına saklanmaktadırlar. Zaten bu iki seçenek birbirini tamamlar. Taraflardan biri diğerinden ehven değil ki!

Çünkü hayat sadeleşsin artık; bunlar sınıf kardeşidir!

Başlara döneyim, dedim ki tasfiyenin sürdürülebilmesi için bir “çare” düşünülebilir yine de. Örneğin en yakın caminin imamı en yakın fakülteye part-time dekanlık yapabilir, imamın yardımcısı da okula müdürlük. İlahiyat fakültesi kaynaklarını akademide harcamayıp, eğitimini sahada, El Nusra veya IŞİD saflarında almış çekirdekten yetişme kadrolarla harmanlayıp ordu komutanlıklarına atayabilirler. Yargıç ve savcı açığı daha kolay halledilebilir, İslam hukuku sağ olsun. Kuran kursları kadı sertifikası dağıtsın!

Olur mu, olur! Bunları savunanlar vardır AKP’de, hiç şaşırmam. Yalnız bu değişim için başta TSK olmak üzere bir dizi kurumu kapatıp, yenisini, yapısal olarak faşist ve şeriatçı olanları kurmak gerekir.

İşte bu, şu an mümkün değildir! Bunun için önce bir nihai/mutlak hesaplaşma gerekir. Bu hesaplaşmada, yani iç savaşta Tayyipgiller kazanırsa, dümdüz edilmiş ülkemizde böyle bir kuruluşa gidilebilir. O da bir ihtimal!

Yoksa Tayyipçilerle Fetocular birbirlerini kesti diye, Türkiye’nin tarihsel hesaplaşması tamamlanmış olmaz. Nihai bir sonuca ulaşmak ve tarihi bu keskinlikte kırmak ve yeniden kurmak için, ezilmesi gereken, bütün bu başlıklarda hükümetle arasında sadece taktik uzlaşmazlıklar bulunan Fethullahçılar değildir.

Kimdir peki?

İşçi sınıfıdır, çünkü işçi sınıfını “hak” ve “adalet” kavramlarından arındırmak için kırmanız gerekir. Kadınlardır, çünkü kadınları çıktıkları modern sahadan geri püskürtmek için ezmek gerekir. Gençlerdir, çünkü gençlik geleceğini kavga vermeden teslim etmeyecektir. Alevilerdir, çünkü yüzlerce yıldır dinsel taassuba direnen bu yapıyı şimdiye dek görülmemiş bir katliama tabi tutmadan o yeni düzene sokamayacakları kesindir… Liste bitmedi, ben kesiyorum.

Devlet parçalanmıştı, şimdi neredeyse hiç kalmadı. Buna üzülenler bu berbat kavgada yerlerini veya saklanacakları gölgeyi seçsinler!

Bizim sorumuz şudur:

İkilem tank paleti ile bıçak arasında mıdır, yoksa emekçi halkla sömürücüler arasında mı?