Özgür ve örgütlü

Örgütlü insan, benzerleriyle ortaklaşa biçimlendirip karara bağladığı amacın disiplinine can-ı gönülden bağlı mıdır, yoksa özgürlüğünden feragat mı etmiş sayılır? Örgütlü toplum bireylerin kolektif bilinç ve eylemin içinde zenginleşmesi midir, yoksa bireyin üstünde bir kontrol hatta baskı mekanizmasının oluşması anlamına mı gelir?

Benim yanıtımı tahmin edebilirsiniz. Örgüt ile özgürlüğün ne birey ne toplum bazında karşı karşıya getirilmesi kabul edilebilir. Artık “her tür iktidar baskıcıdır” türü liberter argümanları tartışmayı da zul sayıyorum. Engels’in önceki yüzyılda anarşistlere karşı sayıp döktüğü onca felsefi ve pratik argümanın tekrarlanmasına gerek var mı? Toplum da, birey de örgütlüyse özgürdür, sömürücü egemen güçlerin tahakkümünden ancak hep beraber azat olunur.

Bu tartışmanın kalkıp somut örnekler üstünden yürütülmesinden de gına geldi. Sonuç olarak buna meyledenler Robespierre’de, aristokratların, kilisenin yani eski düzenin çanına ot tıkayan devrimci sıçramayı değil, otoriterliği görüyorlar. Lenin’de milyonlara kişilik kazandıran sosyalist devrimi değil, Rus otokrasisinin yeniden üretilişini keşfetmeyi beceriyorlar. Stalin’i köylü ülkesinin sanayileşmesiyle, faşizmin def edilişiyle değil, gizli polisle anıyorlar... Sıktı artık!

Bütün bunları geçiniz. Ama bir şey önemli. Kapitalistler cephesi solun elinden özgürlükçülüğü koparıp almayı Soğuk Savaş sırasında becermişti. Bu kayıp telafi edilemedi ve iş 20. yüzyıla damga vuran sosyalizmin çözülüşüne kadar geldi dayandı.

Onlar “hür dünya” idi biz “demir perde”. Onlar çağdaş demokrasiyi taşıyorlardı, onlar insanlara katılım mekanizmaları sunuyorlardı biz, biri diğerine benzemeyen beş parmağı eşitlemeye kalkıyorduk...

Bu tasvirler demagojidir, uydurmadır. Ancak bu tasvirlerle bezeli burjuva özgürlük ideolojisi, sosyalist eşitliğe üstünlük sağlamıştır.

Örgütlülük ile özgürlük arasında geçen tartışmaların, bana sorarsanız, anlamlı kısmı bu.

İçinde bulunduğumuz tarihsel uğrak yenilgiyi telafi etmek, sömürücülerin özgürlükle sadece yalan ilişkisi içinde olabileceklerini kanıtlamak açısından inanılmaz olanaklar sunuyor.

Ne özgürlüğü? Emperyalist savaşın işin özü olduğu, özgürlük vaatlerinin en uygunsuz bir kılıf olduğu görülmüyor mu? Sovyet sonrası dönemde barbarlığa döndükten sonra, 2008 krizinin sonuçları açığa çıktıktan sonra kimseyi kandıracak halleri mi kaldı!

Lakin taraflardan birinin dikiş tutturamaması, hakikatin apaçık hale gelmesini beraberinde getirmiyor. Kapitalizm inandırıcılığını yitirse de, inandırıcılık bizim vasfımız haline gelmedikçe düzenin çarkları döndürülebiliyor...

Sosyalizmin en kötüsü kapitalizmin en iyisinden milyon kere daha özgürlükçüdür. Özgürlüğü gerçek kılan eşitliktir. Her ikisini birden kazanmak, bütün bedellere değer!

Bu doğrunun kitlelere inandırıcı gelmesi, inandırmaktan öte harekete geçirmesi ise söylemek ve yazmak kadar basit olmuyor.

Başka yerleri bilmem ama Türkiye bu mevzinin geri kazanılması için, tam da “hodri meydan” denecek yer haline geldi.

Yine, bir kez daha Haziran dersleri!

Şimdi Haziran’ın, şarkının söylediği gibi ezilmeyen, azalmayan halkının ekmek kadar, su kadar ihtiyaç duyduğu şey örgüttür. Eylemle özgürleşen kitleler, bu kazanımı kalıcı ve sağlam temelli bir mücadele içinde yenilmez bir kuvvete dönüştürmezlerse, kapıda durdukları islamcı-faşizm sel olup her yeri süpürür. Bu arada gidenler de olabilir ama örgütlü ve özgür halk devreye girmezse, gelen gideni aratacak. Bu kadar basit.

Eylemin özgürlüğü ve dayanışmanın eşitliğini temsil eden bir halk örgütlenmesine ihtiyaç var. Özgürlük ve eşitlik... Solu, sosyalizmi daha iyi özetleyecek başka bir çift sözcük var mı? Bunun için bize bir cephe lazım.