Özerkliğin ayakları

Kürt siyasetçilerinden ne zaman Kürt diliyle ilgili bir ses gelse burjuva siyaseti kaynamaya başlıyor. Yine öyle oldu. Türkiye'de düzenin her türden “Kürt sorunu reformcusu”, “tek dil tek vatan” denkliği konusunda muazzam bir akıl berraklığına sahip anlaşılan. Çok dillilik önüne geçilemeyecek bir bölünme nedeni, farklı bir dili konuşmak kabul edilemez bir bölücülük sayılıyor.

Bu durum Türkiye'ye özgü bir yanılsama veya sahtekarlık değildir. Bizden hayli farklı bir ekonomik-sosyal ortama sahip olan Belçika'da, ülke çapında örgütlenen ender siyasal partilerden biri olan Belçika Emek Partisi'nin geçenlerde başlattığı kampanyanın adı “sorun dil değil, S-E-X”. Son sözcük bir espri üç baş harf Sosyal Güvenlik, İstihdam ve Yabancı Düşmanlığını temsil ediyor.

Belçika'yı bölünmenin eşiğine getiren unsur, halkın üç dile, ülkenin de üç ayrı resmi dil bölgesine ayrılması değil. Türkiye'de de değil.
Belçika'da sosyal güvenliğin saldırıya uğraması, işsizliğin ve şovenizmin yükselmesi kapitalizmin doğrudan ürünü. Kapitalizmin bölücülüğünü farklı temalar üstünden sergilemesi mümkün olabiliyor. Ancak dilin halkları böldüğü iddiası her yerde saçmalıktır.

Belçika'da ve Türkiye'de kalabalıklar buna inandırılıyorsa, burada bir de art niyetten kuşku duyabiliriz.

Başka yerler bir yana, Türkiye'de kimsenin toz kondurmadığı bir başka tema var Kürt sorunuyla ilgili olarak gündeme getirilen: BDP de AKP de yerinden yönetimden söz ediyor. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesini demokratikleşmenin ve bu arada Kürt sorununun çözümünün önemli bir öğesi sayıyorlar. Diğer düzen partilerinin de bu başlıkta, en azından ellerinin ayaklarının bağlı olduğunu görebiliyoruz. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi fikrinde bölücülük kokusu alanlar ise, düğümü Kürtlerin yerel düzeyde kendilerini yönetmeleri noktasına atmakta ve düpedüz ırkçı bir konum almaktadırlar. Düzen cephesinde yerel yönetimin merkezi yönetimin karşısında çıkartılmasına biricik itirazın ırkçılığa dayandırılması ilginçtir.

Oysa yerel yönetimlerin güçlendirilmesi veya yerinden yönetim veya yerelleşme denen süreçte bölücülüğün hası gizli ve konunun herhangi bir yerellikte yaşayanların etnik, ulusal, dilsel, kültürel kimlikleriyle ilgisi yok. Türkiye'de bölünme istenmiyorsa, sorunun kaynağını dillerde aramak sahtekarlık veya ahmaklıktır. Türkiye'ye özgü, halkları ayrışmaya ve bölünmeye götürecek gerçek dinamik yerelleşmede yatmaktadır.

Düzen güçleri ise yerelleşmeyi günümüz dünyasının önüne geçilemez bir eğilimi ve demokrasinin abc'si saymakta anlaşıyorlar. Kimileri ekliyor: “ah bir de şu Kürtler olmasa.”

Geçmiş olsun. Günümüz dünyasında kast edilen haliyle yerelleşmeyi savunmak ve ülke bütünlüğünü korumak mümkün değildir.
Mesele hiç de karmaşık sayılmaz. Bugün yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, ister bölgesel ister ulusal ister uluslararası olsun, sermayenin engelsiz hareket serbestliği, çeşitli formlarda yerel ölçekte ekonomik, toplumsal ve siyasal süreçlere müdahale gücü edinmesi, yerelliğe özgü ayrıcalıklar edinme şansı, ulusal sınırları pratikte önemsiz hale getirecek bölgesel ekonomik ittifaklar geliştirme olanağı demektir. Bu işleri kotaranların hangi dili konuştuklarının ne önemi olabilir ki?

Belediyeler yerel sermayenin uluslararası sermayeyle kucaklaşabileceği ölçeği temsil edecek, sosyal güvenlik sistemleri, ücret politikaları, çalışma yaşamı düzenlemeleri her ölçekte yeniden tanımlanarak lime lime edilecek, merkezi yönetime aktarılagelen kaynaklar çok daha kısa yoldan ve kısa sürede sermaye tarafından paylaşılacak... Bunun da adı demokratikleşme olacak!

Ülkeyi birbirleriyle cehennemlik bir yarışa girişen bölgelere ayrıştırdıktan sonra ulusal birliğin ne anlamı kalacağını bilemiyorum. Bu emek cehennemini yönetenler bizzat Kürt olunca Kürt sorununun çözülmüş olacağını sananlarınsa, en azından derin bir yanılgı içinde olduklarını söyleyebilirim.

Kürt siyasetinde bu yanılgıya samimi olarak düşenler kesinlikle çoktur. Basit bir hata sayılmamalıdır. Milliyetçilik işte böyle yanıltır.
Ancak samimi yanılgı içindekiler bile, ekonomik açıdan Türkiye ortalamasının çok gerisindeki bir bölgenin özerk olup da yerinden yönetildiğinde nasıl ihya olacağını açıklamalıdırlar. Bu açıklamanın yalnızca yabancı sermayede ve sermayenin yukarıda örneklenen yollarla rahatlatılmasında bulunabileceği açıktır.

Çok dilli bir toplumun bireyleri, birliği bir dil daha öğreniverip halledebilirler. Sermayenin paramparça ettiği halklar ise birbirlerini gözü kararırcasına kıskanacak, biri diğerini işsizliğin nedeni sayacak, düşmanlıkta boğulacaklardır.

O zaman “ama ulusal sorun çözüldü” diyecek olan çıkar mı?