Osmanlıya gerçekçilik testi

AKP iktidarının, kaynakları hayli gerilere uzanan ama özellikle 2009 itibariyle senaryolaştırdığı "Osmanlıya dönüş" karşısında geniş kesimlerin uyarılması gerekiyor. Bu yönelimin karşısına çıkılıp mücadele edilmesi gerekiyor. Bu mücadelenin parçası olarak, tehlikenin kapsamının ve düşünsel kaynaklarının gösterilmesi gerekiyor.

Güzel.

Ama bir de , bu işin gerçekçilik testine tabi tutulması gerekiyor.

Soru şu: tutar mı?

Bu Pazar günü testimize bir giriş yazabileceğim. Araya başka bir mevzu girmezse Çarşamba günü toparlarız...

Daha önce başka çalışmalarda açıklayarak yazmaya çalıştığım ve bu nedenle benim için birer aksiyom haline gelmiş kimi saptamalarla başlayayım.

Bir: Türkiye kapitalizmi köklü dönüşümler, büyük yapılanmalar açısından kabiliyetsizdir. Zaman zaman yüksek hedefler konduğu, hatta egemen sınıfların bu hedeflerle kapıldıkları heyecanı toplumun geneline yansıttıkları doğrudur. Ancak kural olarak bu tür büyük ataklar, gerçekleşmek yerine kriz dinamiklerinin pimini çekerler.

İki: Dolayısıyla Türkiye kapitalizmini "gelişim, değişim, dönüşüm" değil "kriz ve krize karşı önlemler" daha fazla anlatır. Öyle ki, Türkiye egemen güçleri kriz idareciliğinde ustadırlar.

Üç: Krize karşı önlem geliştirme güdüsü, gündelik müdahalelerin ötesinde, "bir daha kriz yaşanmasını olanaksız hale getirecek" bir büyük düzenleme fikrini hep canlı tutar, bir özlem haline getirir. Ve böylece döngü tamamlanır: Büyük açılım - kriz dinamiklerinin harekete geçmesi - gündelik müdahaleler, kriz idareciliği - yeniden büyük açılım projeleri.

Dört: Döngü kuşkusuz yerinde saymak anlamına gelmez. Türkiye elbette değişmektedir. Ancak değişim, iddia edilen hedeflere düzenli biçimde yaklaşmak biçiminde değil, planlanandan önemli sapmalar göstererek ve zamana yayılarak gerçekleşir. Bizde süreçler erozyon, bıktırma, tırpanlama, çelmeleme, ittirme gibi sözcüklerle anlam kazanır.

Beş: Bütün bunlar Türkiye egemen sınıflarının büyük değişimden ölesiye korkmaları ile bağlantılıdır. Çünkü değişim denen şey risklidir. Egemen sınıf bir yandan da bu değişim lafına hastalıklı bir sevgiyle bağlıdır. Bizim kapitalizm, yapısal olarak derin dönüşüm taşıyacak birikime sahip olamamış, egemen güçleri ise her daim sübjektif açıdan tutucu, korkak olmuşlardır.

Altı: Temelsiz ve isteksiz değişim tutkusu Türkiye kapitalizminin ideolojik dünyasında karşı-devrimcilikle dışa vurulur. "İlle değişecek miyiz? Peki, madem ileri gitmek riskli, biz de geri gideriz!"

Tarihsel bir sonuç olarak, Türkiye kapitalizminin "ilerlemesi" dönüp dolaşıp Türkiye'nin çözülmesine, ve konsolidasyon niyetine modernleşmenin ve cumhuriyetin reddine dayanmıştır. Bu kendi içinde tutarlı bir fiyaskodur!

Osmanlıya dönüş, bence yukarıdaki aksiyomlara istisna oluşturmamaktadır.

Bu yönelimin, örnek olsun, Davutoğlu'nun tezleri, Keyder ve benzerlerinin analizleri, aklını peynir ekmekle yemiş bir takım ultra ve/veya sol liberallerin Taraf gazetesindeki sayıklamaları, Amerikan "düşünce kuruluşları"nın bölge ve Türkiye raporları gibi kaynaklardan hareketle geniş bir tanıma kavuşturulması mümkündür. Bu tanımı inkâr eden yeni-sol-Osmanlıcıların varlığı, kendileri açısından cehalet kanıtı, bizim açımızdan ise cesaretlendirici bir itki. Demek ki, "evet Osmanlıcıyız" diyemeyen utangaçlar da var...

Osmanlıya dönüşün, olduğu gibi gerçeklik haline gelmesi, yani eyaletleşen, İslamcı bir Türkiye'nin, Amerikan hegemonyasına başarıyla taşeronluk etmesi ve bu başarının yeni, tutarlı bir statüko haline gelmesi. Gerici de olsa yeni bir kuruluş anlamı taşıması...

Önemli olan başımıza tastamam bunun gelecek olması değildir. Önemli olan, Türkiye kapitalizmi bu yolda ilerledikçe, solun ve emekçilerin giderek daha fazla ölecek olmasıdır.

Peki, ama tutar mı?

Birincisi bizim mücadelemize (de) bağlıdır. Tutarsa büyük bir cephede yenilmiş oluruz. Mücadele eden yenilme öngörüsü yaparsa, baştan yenilgiyi kabul etmiş demektir... O halde, tanım gereği, biz tersini iddia ederiz: İzin de vermeyiz, geçit de!

İkincisi somut olarak Osmanlıya dönüşün bir emperyalist, bir iç, bir de bölgesel olmak üzere üç ayağı var. Emperyalizminin "yeni, tutarlı kuruculuk"la ilgisi olduğuna inanmıyorum. Özel olarak ABD emperyalizmi hegemonyasını, sorun çözerek değil, işi içinden çıkılmaz hale getirerek tesis edip sürdürür.

Sonra Türkiye'de çürüme, günümüz kapitalizminin burjuva devrimini tasfiye etmesi ve cumhuriyet devriminin toplumsal inandırıcılığının çok gerilemesi gibi başlıkların merceğinden bakılırsa, Osmanlıya dönüşün "içerde" daha geniş bir zemine sahip olduğu söylenebilir.

En sonu Osmanlı'nın nüfuz alanına giren halklar açısından bakıldığındaysa, bir değil, iki değil, tam üç engel görülecektir. Bu halkların Osmanlı dağıldı diye üzüntülere gark oldukları külliyen yalandır. Cumhuriyet dönemi bu halklara yönelik eski emperyal ilgi ve etkinliği ihmal etmekle kalmamış, tasfiye etmiştir. Türkiye çevresiyle eski hükümdar veya komşu olarak değil, Batının adamı olarak temas kurmuş ve saygınlığın s'sini bırakmamış bir ülkedir. Ve Ortadoğu sosyalizme uzak düşmüşse de, bölge halkları Osmanlıya dönüşün ucuz bir emperyalist oyun olduğunu sezemeyecek kadar salak değillerdir.

Çarşamba yakın geçmiş ve yakın gelecekle devam edeyim. Söylediklerim, son yılların çözülüş sürecinde değişime uğramış olabilir mi? 29 Mart sonrası olasılıklar yukarıdaki çerçeveyi nasıl etkiler?