Oslo'da tamamlanan çember

Mızrak çuvala sığmıyor. Kimilerinin gönlü isterdi ki, Norveçli faşist, bir yalnız kurt olsun! Örgüt bağlantısı olmasın, ideolojisi olmasın travmatik bir çocukluğu, toplumdışı bir yaşamı olsun... Öyle ki, bir hastalık olarak damgalanıp bir köşeye atılabilsin.

Kuşkusuz yine kimilerinin gönlüne kalsa, bundan bile daha iyisi olabilirdi. Katliamın arkasında “yabancı” parmağı bulunabilirdi mesela. İlk anda birilerinin aklına gelmekle kalmayıp, ömrü ancak dakikalarla ölçülse de piyasaya sürülen El Kaide yorumları yutturulabilse, Avrupa kulağının üstüne yatma fırsatı bulabilir, bu terör örgütünün bir Amerikan icadı ve Yeni Dünya Düzeninin taşeron firması olduğu görmezden gelinebilirdi. Hem nasılsa Batı kamuoyunun onlarca yıllık soğuk savaş geleneğinde “dış güçler” argümanı vardı ve o çağrışım yine işe yarardı doğrusu!

Ama olmadı. Norveçli faşist çağdaş kapitalizmin temiz yüzlü çocuğuydu. Katliam öncesinde fuhuş partisi yapacak kadar normal bir hedonistti! Öte yandan kişisel olamayacak büyüklükte bir bütçeyle hareket ediyor ve hatta örgütlü olduğunu söyleyip, başka hücrelerden söz ediyordu.
Hal böyle olunca, Avrupa devletleri ırkçı sağ terörizmin bir tehlike oluşturup oluşturmadığını araştırma talimatı vermeye başlamışlar emniyet kuruluşlarına.

Peki kim araştıracak bu sorunun yanıtını, dersiniz? Göçmenlerin sigortasız, kaçak çalıştırılmasından hiç de rahatsız olmayan, bu çalışma rejiminin sürüp gitmesi için kültürel ve dinsel ayrımcılığı körükleyen, ayrımcılığı politik kampanya konusu haline getiren faşist partileri hoşgören, hoşgörmek ne kelime, koalisyon hükümetlerine dolduran, işsizlik sorununu yabancı düşmanlığına kanalize etmeyi devlet politikası haline getirenler herhalde!

İngiltere egemen güçler arası denge oyununu temel alan bir demokrasi türünün beşiğiyse, Fransa, daha iyisinden, emekçilerin mücadelesiyle egemen güçler arasındaki dengenin ürünü bir demokrasinin mekanıdır. Ve eğer ırkçı sağın terör tehdidi oluşturup oluşturmadığı Fransa'da da resmen sorulacaksa, raporlar devlet başkanı olmadan önceki kariyerinde, bakan sıfatıyla camilere ateş açtırmak gibi icraatlar bulunan Sarkozy'ye sunulacak demektir!

Demokratik gelenekleri açıklamak için halk faktörüne başvurabileceğimiz belki ikinci önemli örneği oluşturan İtalya'dan Berlusconi'yi mi istersiniz yoksa? Gezin kıtayı bir boydan diğerine. “Seç seç beğen”, denir ya, öyle işte.

Ya da “al birini vur ötekine”. Bu kıtayı, yabancılardan ve yabancı sayılan solculardan temizleme misyonu, devlet adamlarından faşist partilere, gizli hücrelerden Norveçli katile uzanan bir hattın ortak programı. “Olağan” Breivik, işte bu hattın sıradan olmasa da bir sıra neferi, bu dalganın ürünüdür.

Bilinmesi gereken şu olmalıdır: Avrupa toplumları, anti-komünist zaferin, 1990 karşı-devrimlerinin bedelini ödüyorlar. Bu kadar sağa çekilen bir yapıdan, faşist, sapık, katil, terörist çıkmayacak da ne çıkacak!

Oslo'da günümüz kapitalizminin ayrıksı bir vakası yaşanmamış, yıllardan beri süren birikim açısından bir çember tamamlanmıştır.

Sorulabilecek iyi bir soru ise şu olabilir: Avrupa bu yolda devam edip tam anlamıyla bir cehennem olmaya mı yönelecek, yoksa bir Amerikan dengesinde sabitlenecek midir?

ABD'nin benzeri “aşırılıklara” alışık olduğunu biliyoruz. Norveç, dendiği gibi İkinci Dünya Savaşından bu yana en acılı deneyimi yaşamışsa, ABD'de benzeri olaylar birkaç yılda bir patlak veriyor. Her defasında da onlarca, yüzlerce masum öldü diye, ABD resmen ırkçı, faşist bir rejime dönüşmüyor. Ama toplumun, değil başka bir dünya için mücadele etmek, başka bir atmosferi hayal etmesi bile imkan dahilinden çıkıyor.

Yaşlı kıtanın egemen güçleri, Avrupa'yı düpedüz faşizmin değil de, böyle bir dengenin kucaklamasını tercih ediyor olabilirler. Basit bir nedenle ki, bir olağanüstü rejim olarak faşizmi meşrulaştıracak, düzenin bütün güçlerinin topyekun karşısına dikilmelerinin rasyonalize edileceği bir “komünizm heyulası” yok. Kapitalist Avrupa'nın gerçekten de, sınıf mücadelelerinin bugünkü geri düzeyinde faşizm silahına yönelmesi için yeterli gerekçe olmayabilir.

Ancak bu sorunun tartışılmasının getireceği yararın da sınırı var. İdeolojik-siyasal dengenin sağa, daha da sağa kaymasını engelleyecek bir karşı ağırlık olmadan da faşizm önlenebiliyorsa, o zaman anti-faşist mücadelelere gerek olmadığı, egemen güçler arasındaki uzlaşmaların aşırılıkları durduracağı gibi sonuçlar kaçınılmaz hale gelir. Ama her faşizmin bir diğerinin tıpatıp kopyası olması gerekmediği gibi, bugünkü gericilik dalgasının amacı böyle bir mücadelesizliğin ta kendisi olabilir.