Orhan ağabeye saygı

Adını Kadıköy’ün solcu kitapçılarında, raflarda öğrendiğimde liseliydim daha. Sahibi olduğu yayınevi ile aynı olan soyadının anlamını çok sonraları anlayacağım Orhan ağabeyle son yıllarında topu topu birkaç kez beraber olabildik. Azdı ama sevdik birbirimizi.

Aile soyadı Suda olan eşimle Orhan Suda arasında bir bağ olup olmadığını biz çözememiştik onca zaman. Çok da uğraşmamıştık herhalde...

Bir gün Orhan ağabey, ortak dostumuz sahafçı-yayıncı Nedret’in dükkanında Zeynep’in Çanakkale ile ilgili kitabına rastlayınca, soyadı benzerliğini dert etmiş. Her hakiki entelektüel gibi meraklı adamdı. Tecessüs derler ya... Sonunda Zeynep’le kafa kafaya verip buldular uzak akrabalık bağını. Koca koca aile ağaçlarını yan yana koyup çözdüler, Girit’te Hanya’nın hemen yanındaki koya uzanan bağlantıyı.

O koy şimdi Akdeniz’in en önemli ve en kriminal Amerikan ve NATO üssüne ev sahipliği ediyor... Neyse!

Biz de tanışmış olduk bu arada. Birlikte yemeğe gitmek üzere buluştuğumuzda bilmiyordu siyasi kimliklerimizi. Biz geç kavuşulmuş uzak akrabalardık yalnızca. Sonrasında çok mutlu oldu. Biz de...

Hem benim de çevirilerim vardı. Çevirmenliğin duayenine hediye bile ettim! Ne mutlu bana.

1951 Tevkifatı’nın bir neferi daha aramızdan ayrıldı böylece. Ama Orhan ağabey isimsizlerden değil gerisinde mektuplar, anılar, ciltler dolusu çeviriler bıraktı.

İleri yaşında çalışmaya, üretmeye devam eden önemli bir entelektüel, ilginç bir Marksistti. Çevirilerinden de görüleceği gibi iddialı bir kişiliği vardı. Sosyalist hareketin iç siyasal kompozisyonuyla ve örgütsel tablosuyla ilgilenmediğini anlatmak için, “ilgilenmiyorum” demezdi de, “Troçkizmi aştım ben” derdi mesela.
Troçkist yönelimi olmuştu ve bundan da hiç şikayetçi değildi. Ama formasyonundaki bu özellik onun, çoğu sosyalist akranı gibi, aynı zamanda bir Cumhuriyet aydını olmasının önünde engel oluşturmuyordu. İnanmış bir yurtsever, kararlı bir cumhuriyetçiydi. Ve elbette bunlarla hiç çelişmeyecek biçimde bilgili bir Marksist.

Anlıyordum, bizim ideolojik çizgimizde içerdiğimiz yurtseverlik dozajının arttırılması gerektiğini düşünüyordu. O kadar da anlaşmazlık oluyordu aramızda anlayacağınız...

Hayata bağlıydı. Kendisinden dokuz yaş büyük olan Rasih Nuri İleri’nin “biz sosyalizmi kurarken şöyle yapacağız” dediğine çok tanık olmuşumdur. Orhan Suda da yakın zamanda, uzun zamandır Sevgi ablayla yaşadıkları İngiltere’den kesin dönüş kararı almıştı. Birkaç yıl önce, -kaç yıl hatırlamıyorum- “dört veya beş yıl sonra” Türkiye’ye yerleşeceklerini müjdelemişti. Yaşamının sonunda falan hissetmiyordu kendini ve yeni kararlar alıyordu, cesaretle.

İlginçti gerçekten. 1970’lerden bu yana Avrupa’daydı ve “biz hiç oralı olamadık, bizi hep dışladılar” diyebiliyordu memleket hasretini anlatırken.

Bu yılın başlarında telefonla aradı. soL gazetesine dönük beğenilerini iletti önce. Sonra bir yazı göndermek istediğini söyledi. İddialı kişiliğinin parçası olarak “elbette” koşulları olacaktı. O sıralar yönetiminde yer almadığım gazeteyi bağlayıcı bir şey söyleyemezdim önce yazıyı göndermesini rica ettim doğal olarak. Artık alındı mı alınmadı mı bilmiyorum, ama bir iki gün sonra yazısını göndermek yerine tekrar telefon açtığında, çıkartacağı dergiden söz etti uzun uzun. Yazısını derginin ilk sayısında yayınlayacaktı. İddialıydı dedim ya benzersiz bir dergi çıkarmaya hazırlanıyordu!

Çoğunlukla uzaktaydı ve ara sıra -belki de sık sık- imzasını isterdim kimi kampanyalara, açıklamalara, çağrılara. Hiç geri çevirmedi.

Yeterince zaman bulup görüşemediğimize kızıyordu. Yine çoğu akranı gibi sitem ederken acımasızdı. O sitemlerini sırtımıza, içime yükledi gitti işte...