Önümüzdeki yol

24 Haziran’ın özü sermaye sınıfının zaferidir. Bütün partilerin seçimi kazandığını ilan etmesinden geçenlerde söz etmiştim. Ben bu ilanları, düzen partilerinin sermayenin zaferine tutunma çabaları olarak görüyorum. Ama bugün polemik yapmayacağım. Sosyal medya kahramanlarımız biraz beklesinler. Biz de bu arada kafamızı toplayalım, önümüzdeki yola ışık tutmayı deneyelim…

Sermaye kazandı diyorum, çünkü ihtiyaçlarını karşılayacak sonuçlar çıktı. İhtiyaç, yaklaşan krize karşı güvenceler elde etmek, krizin sermayenin çıkarları çerçevesinde yönetilmesi için hazırlık yapılması, bu bağlamda emekçi sınıfların en etkili biçimde baskılanmasıdır. Tayyip Erdoğan’ın başkanlığı ve İslamcı-faşist güçlerin çoğunluk ile düzen içi düzeltme beklentilerinden öteye geçmeyecek bir azınlıktan oluşan meclis aritmetiği bu programa uygundur. 

Bu koşullarda Türkiye’nin dünya kapitalizmi ve sermaye sınıfının iç dengeleri açılarından normalleşmesi beklenir. Asla emekçilerle bir uzlaşma anlamına gelmeyen bu normalleşme gereksinimi, Erdoğan iktidarı için bir gerilim kaynağıdır. Zira bu iktidarın sürdürülmesi en az beş yıldır olduğu gibi bir ölüm-kalım ikilemine bağlanmış bulunuyor. AKP çok titrek ve hassas bir üstünlüğe sahiptir ve her tür esneme güçsüzlük olarak algılanacaktır. O algı anında çözülme başlayabilir. 

Dolayısıyla normalleşme ile otoriterleşmenin birbirini çelmeyecek bir biçimde sentezlenmesi hedeflenecektir. Yalnız; bu sentez AKP’nin ne başının belası ne de büyük icadı olarak görülsün. Bu, burjuvazinin bütün fraksiyonlarının ve bütün kapitalist dünyanın yönelimi. İmkânsız değildir.

Şu “tek adam yönetimi”, “Saray” türü ifadeler, bütün betimlemeler için olduğu gibi dünyayı doğru anlamaya yetmez. Otokratı isteyen, ona ihtiyaç duyan sermaye sınıfıdır. Sermaye otokratın, iktidar tekelinin şehvetine kaptırıp fazla uzağa gitmemesi için de kimi terbiye mekanizmalarına başvurur. Örneğin başarısız olana yerel seçimlerde fatura kesmek çocuk oyuncağıdır. Yeri gelmişken, yerel seçimler, düzen partilerinin iddia ettiği gibi yeni kurtuluş günü değil. Her sınıf seçimi kendine göre anlamlandırır. 

Hakikaten burjuvazi için, 24 Haziran’da alenen yapılan hukuksuzlukların, yolsuzlukların, işlenen suçların bu kez bomba gibi patlaması kolay organize edilebilir bir şeydir. Üstelik reis daha otoriter, sistem daha totaliter, erk daha merkezi hale geldiği ölçüde, iktidar da daha bağımlı, daha kırılgan olmaktadır. Kriz koşullarında siyasi iktidar emperyalizme ve piyasaya (yani burjuvaziye) çok daha mahkumdur.

AKP son yıllarını dünya dengelerinin üstünde cambazlık yaparak geçirdi. Bir kapı kapanırsa, bu global hesaplaşma konjonktüründe başka bir kapı açılıyor. Amerikan kapısı daraldı mı, açılsın Körfez; olmadı, Rusya! Avrupa’nın bir yarısı kapanırsa, diğer yarısı açılır... Şimdi Erdoğan’ın bu kumara yatırdığı anapara katlandı, risk çok büyüdü, bağımlılık oranı zirveye çıktı. Çünkü kriz kapıda.

Ancak ekonomik krizin tek sonucu olmaz. Kimse Türkiye pazarını kaybetmek, Türkiye’deki nüfuz alanını başkasına kaptırmak istemez. Kumarın riski artmakta, ama tefeciler azalmamaktadır. 

Peki ya Meclis? Önemli mi önemsiz mi? Parlamento bir mücadele alanı mı? 

Geçtiğimiz dönemde bu kurumun itibarı ve önemi dibe vurdu. OHAL dönemi süreklileştiğine göre bundan dönüş olmaz. Yani Meclisin değersizliği içeriden değişmez. Zaten değiştirmek isteyen de yok. 

Değişmez, çünkü hakiki toplumsal mücadele dinamikleriyle Meclis arasında bağlantı yok. CHP aydınlanmacı direncin çarpık çurpuk da olsa biricik yansıma aracıydı; o defter kapandı. HDP Kürt halkının özgürlük taleplerinin değil Kürt milliyetçiliğinin pazarlık beklentilerinin temsilcisi olalı beri bir diğer ayna da miadını doldurmuş oldu. Burada çifte sosyal demokrasimizin vekillerinin kişisel yeteneklerinden, mücadeleciliklerinden falan söz etmediğim herhalde açıktır.

Bazılarının AKP’ye karşı mücadele beklediği muhalif faşistler ve muhalif şeriatçılar, Erdoğan’ın temsil ettiği anaakıma aittir. SP de İyiP de muhalefet yapmaz. Onların işi iktidarda yorulan olursa diye yedek kulübesinde beklemek, ara sıra birtakım ısınma hareketleriyle kendilerini göstermektir; o kadar.

Ama, denecektir, yine seçim var ve kriz koşullarında daha da gerileyen bir AKP iktidarda kalamaz. Varılan sonuç doğru, ama mantık sıralaması yanlış. Türkiye’de burjuva demokratik anlamda bir seçim yapılmadığını, bütün kapitalist dünyanın seçimden başka bir şeyi anlama eğiliminde olduğunu görmeliyiz. 

Sahte seçmen listesi ve sahte oyla, sopayla ve yalanla, enformasyon ve bilgisayar oyunlarıyla kazanılıyor seçim. Modele aykırı sonuçlar da yine sopayla ve tehditle görevden alınıyor. Dolayısıyla önümüzdeki yerel seçimlere ilişkin matematik/stratejik yaklaşımlar, şimdiden söyleyelim, çöptür.

Araba atın önüne koşulmaz. Seçim neden değil sonuçtur.

Meclisin mevcut toplumsal mücadelelerden kopuk hali ve seçim platformunun anlamsızlığı, bize biricik gerçek hareketi resmetmeye yeter. Ya işçi sınıfı ve emekçi halk ellerinin üstünde doğrulmaya başlar, ya da sermaye-emperyalizm-siyasi iktidar arası dengelerin üstüne yazılmış senaryolar sahneye konur. 

Emekçilerin ayağa kalkışının her zaman iki kaynağı olabilmiştir. Birincisi düzenin yelkenlerinin hangi yönden dolduğudur. Bugün, kriz koşullarında ve Türkiye somutluğunda bu olmaz. Kendiliğinden rüzgarlar emekçileri çağırmayacaktır. Meclis de bir çağrı merkezi değildir. 

Geriye emekçilerin örgütlenmesi kalır. Yani emekçiler ne ölçüde örgütlü mücadeleye yönelirse 24 Haziran’ın halka otoriterleşme ve sermayeye barış çıktıları kadük edilebilir, düzenin kısa süreli istikrar arayışı, yani sömürüyü şiddetlendirme programı boşa düşürülebilir. 

Bu mücadelenin Türkiye solunda tek karşılığı 24 Haziran’da bağımsız adayları çok az oy alan TKP. Demek ki TKP ikna gücünü ve örgütlülüğünü sıçratarak yola devam etmek durumundadır. Bu hedefte TKP’nin başlangıç çizgisi ise şu anki etki çemberi değil, emekçi halk için ortaya çıkmış bulunan derin, geniş ve yaygın boşluktur. Sömürülen, ezilen kitlelerin tutacağı düzen içi kulplar, son olarak CHP-HDP muhalefetiyle bir kere daha kırıldı. Bu ortamda düzen siyasetinin tamamen boşladığı ve yok saydığı emekçi halk hareketinin hızla gelişmesi değil gelişmemesi haber olur.

“Erdoğan o kadar güçlü ki, buna izin vermez” düşüncesi ise temelden yanlış. AKP emekçi ve sol yükselişi yok sayarsa önlem alamamış olacaktır. Devam ederiz.

Önemsemesi ve üstümüze gelmesi halinde ise sonuç hareketin meşruiyetinin artması ve direncin bulaşıcılaşması olacaktır. Hızlanırız.