Olur; icraata bakalım…

soL portalda ve bu köşede “ehvenişerciliği” eleştirdik diye sosyal medyada “madem öyle, sizin icraatınıza bakalım” diyenler olmuş. Ona buna laf söylüyor, hiçbir şeyi beğenmiyor, her şeye kulp takıyormuşuz. Ya biz ne yapmışız?

Hoş doğrusu… Uzun zamandır AKP kafasının siyasetin tamamına yayıldığını gözlemliyoruz. Dikili taşı olmamak, koyun bile güdememek türünden lafların kime ait olduğunu da biliyoruz. Bu dili sola taşımak, aslında sağın sola yönelik saldırılarından bile daha büyük bir tahribata neden oluyor. Halk katından bakıldığında algılanana göre, solcular da uyduruyor, demagoji yapıyor, kıvırıyor…

Birincisi budur. Solda bizi eleştirmeye kalkanlar Tayyipçilik yapmasınlar, ortalığı daha fazla kirletmesinler.

Tartışacak başka ve çok daha gerçek şeyler var çünkü. Faşizm bir tek sandıkta yenilir desinler örneğin. Geçen yılki referandum gayrimeşruydu, ama meşruymuş gibi davranacağız desinler veya. İkinci turda, teorik olarak faşiste, şeriatçıya, emperyalizmi hiç mi hiç dert etmeyene de oy verilebilir, bir sakınca yoktur da diyebilirler… Hiç yok değil, böyleleri var. Sivas katillerinin hamisi için üşenmeyip seçim kuruluna gidiyor ve dilekçe veriyorlar.

Bunlar gerçek tartışmalardır. Bu yollara girdiklerinde solculukları biterse de biter! O kadar olacak, bir bedel ödenecek.

*    *    *

İkinci sözüm ise, şimdi arabeske bağlayacağımı zannedenlere. Solun düştüğü bir büyük yanlış “neler çektim bilseniz” edebiyatıdır.

Solun çok şey çektiği doğrudur. O kadar ki ne kadar anlatsak az gelir. Partilerimiz kapatılır, yayınlarımız toplatılır, arkamızdan tuzaklar kurulur, ne oyunlar çevrilir. İşkencelerden geçmiştir insanlarımız, katledilmişlerdir… Mobbing’in dik alasını görmek için 1950’lerde o kadar birikimli, yetenekli insanın nasıl ekmek parası kazanamaz hale getirildiklerini araştırın...

Bütün bunlardan bir edebiyat üretmekse yanlıştır. Sol insanları acı çekmeye değil, aydınlığın parçası olmaya çağırır. Sol halkın önünde, zulme uğramışlığı değil erdemli bir geleceği temsil etmelidir. Gündelik yaşantılarında emekçiler zaten acı çekmekte, zulmün çeşitli biçimlerine maruz kalmaktadırlar. Arabesk, boşuna örgütsüz, çıkışsız yoksulun “kendiliğinden ideolojisi” olmamıştır zaten.

“Siz ne yaptınız bu hayatta, anlat bakalım” şımarıklığına solun ne kadar da kuşatıldığı, onlarca yıl baskılandığı üstünden yanıt vermeyeceğim. Versem haksız olmam.

Daha önceki gün üç devrimcinin idamlarının yıldönümüyken, 12 Mart da 12 Eylül de sola karşı yapılmışken nasıl haksız oluruz? Kimilerinin MHP’yle herhangi bir husumeti yokmuş; öyle diyorlar. Kemal Türkler’i mi hatırlatayım, 7 TİP’liyi mi? Yoksa Hüseyin Duman’ı mı? Bizim haklı bir öfkemiz var gericilere karşı.

Sırf MHP değil ama… Biraz değiştirerek aktarırsam Ecevit ömründe en çok komünizme karşı mücadele etmekle övünmüştü, ölmeden az önce. Bizim Nâzım ise TKP üyesi olmakla…

Ama yapmayacağız, yapmayız. Dağarcığı dolu olanların kendilerini acındırmaya ihtiyacı olmaz. Sol kitlelere, kuracağı geleceği anlatır.

*    *    *

“Dikili ağacınız yok”un “solca”sı olmaz. Çünkü, bizim bir dünyamız var.

Sol işsizliği bitirmektir. İnsanlığın üçte bire yakını geçen yüzyılın bir bölümünü çalışabilecek durumda olan ve çalışmak isteyen herkesin işinin olduğu bir düzende yaşadı. Bunu “biz” yaptık.

Bu insanlar enflasyon diye de bir şey bilmiyorlardı.

Dünyada emperyalistlerin, kapitalistlerin büyük ağırlığı varken savaşları engelleyemedik belki. Ama soğuttuk büyük ölçüde. Fetihçilik, cihatçılık gibi türlü utanç politikası, tahtlarını barışa, dostluğa bıraktı. Barış bir erdem haline geldiyse bizim sayemizdedir.

Bir buçuk ay sonra oy kullanılacak ya. O bile bizim sayemizde! Hadi abartmayayım, mülk sahibi olmayanların ve kadınların oy kullanmasını biz sağladık diyebiliriz. 1917 Ekim Devriminden önce yoktu öyle şeyler!

Ha, unutmayalım. Başkalarını eleştirdik de, biz ne mi yaptık? 1917’den başlayarak sayısız ülkede devrim yaptık. İktidara her yolla tutunmuş gericileri, faşistleri, sömürmeyi en doğal hakkı sayan halk düşmanlarını devrimle süpürdük. Tekrar edeyim, kabaca dünyanın üçte birinde!

Faşizm seçimle gider mi gitmez mi, diye tartışılıyor. Gitmez diyen çoktur, ama her seçimde faşizmi götürecek bir büyük lider keşfetmeyi becerirler. Bu tartışmaya yanıtımız, yarının tarihini, 9 Mayıs tarihini taşır. 1945’te Nazileri dize getirmişliğimiz vardır.

*    *    *

Biliyorum, dikili ağaççıların bazıları bu anlattıklarımın hiçbirinin Türkiye’de olmadığını söyleyeceklerdir. Hatta bu görkemli başarılardan sonra komünizmin yenildiğini de ekleyebilirler. Bu tür yanıtlar, ancak bizim yenilgimizin insanlığın yenilgisi olduğunu, kendilerinin de aynı yıkımdan zarar gördüklerini unutmak pahasına söylenebilir.

Bazıları ise sözü memlekete getirmemi istiyorlardır. “Tamam tamam, başka yerler olabilir. Ama komünizm Türkiye’de tutmuyor.” Onu kanıtlamış olacaklarını düşünüyorlardır muhtemelen.

Yazıyı çok fazla uzatmayayım, gelecek seferlerde devam ederim. Bugünlük şu kadarıyla yetineceğim: Türkiye’den solculuğu ve solcuları çıkartmayı deneyin bir… Bir anlığına solun bu topraklara kattıklarını görmezden gelin, gelebilirseniz. O an her taraf kararacaktır!

Ülkede mevcut bilimsel birikim çökecektir. Bu imamların sosyal bilimlerin yerine ilahiyatı koymaya çalışmaları bunu gösteriyor. Arkeolojinin bir kısmına tabak çanak diye bakmaları, restorasyonları inşaatçılar arasında ihaleye çıkartmaları da. Ülkede sanat namına ne kalacaktır? Solsuz tiyatro aşağı yukarı yobaz müsameresine indirgenir. Solsuz müzik arabeskle ilahi arasında gidip gelir.

Bu ülkede insana yaraşır nerede ne varsa, orada en azından bir solculuk izi yatar. Türkiye’nin harcında iyiden, güzelden, doğrudan yana ne varsa, büyük çoğunluğu bizimkilerin eseridir. Gericiliğin bir türlü kökünden söküp atamadığı, üstüne kucak kucak toprak atsa da boyun eğdiremediği işte budur.