Nereye gider?

AKP’ye operasyon çekiyor diye cemaatin faydaları keşfedilmeye başlandı. Sol liberalin teki, yaygın bir algıyı tarif ediyordu ekranda: Erdoğan ve arkadaşları başta “van minüt” düzeyinde bir ekipken, yani içlerinde doğru düzgün kimse yokken, cemaat yıllardır kadro biriktirmiş...

Miş!

Bu bir efsanedir.

Cemaatin üniversiteleri istila eden adamlarının çoğu uyduruk üniversitelerden doktora satın almış adamlardır. Bunlar Türk-İslam sentezi denen zırvanın örümcek ağlarını kendilerine koza yapıp yetişmişler, kayırmacılıkla yükselmişlerdir.

Hepsi değil. Bir de parayla tutulmuş anaakım kadroları vardır. Bir holdinge, liberal veya sosyal-demokrat bir partinin çıkar ağına değil de tarikata kendini pazarlamış olanlar.

Bin tane okul kurunca eğitimci mi olunuyor? Bu okulların bir yeşil kuşak projesi dahilinde Amerikan desteğiyle kurulduğunu bilmiyor muyuz! Yani Tayyip’e göre pek takdir edilesi sayılan bu adamlar Taliban’ın, El Kaide’nin yakinidir.

Gülen’in taraftarlarına perspektif çizip ajitasyon çekmek üzere çektirdiği videolar, doğu tipi bir Mussolini resmediyor. Beddualara amin çeken bir sürünün ortasında su katılmamış bir gerici!

Tayyip Erdoğan da kendince bir başka Mussolini!

Hangisi daha uygar, isteyen tartışsın... Ben ikisine de birkaç saniyeden fazla sabredemiyorum.

Başka bir çağdan çıkıp gelmişler. Geldikleri yerde hukuk yok, yurttaş yok, insan hakkı yok, kadın hakkı yok...

Kılıçdaroğlu sosyal-demokrasi ve kemalist geleneklerin tarihinde görülmemiş biçimde, son birkaç ayda gericiliğe muazzam meşruiyet kazandırdı. Birkaç ay önce, ister beğen ister beğenme, Haziran direnişçilerinin partisi olarak algılanan CHP’den söz ediyoruz. AKP’yi geriletmek için ilericilerin, bu kez ödünç değil, “buna değer” diyerek destek vereceklerinin tartışıldığı bir partiden. Müteahhitler bir yana, bazı üyelerinin ülkedeki direnme ruhunun ön safında konumlandığı bir partiden...

Bu beklentiler doğru muydu onu tartışmıyorum. Böyle bir algının varolduğunu hatırlatıyorum. Şimdi Kılıçdaroğlu, Gülencilerin siyasal temsiliyetini AKP’den devralmaya karar vermiş. Türkiye’de sosyal-demokrasi ve kemalizm adına çok günah işlenmiş olabilir. Ancak bu türü bir ilktir! Bu, laikliğin reddedildiği bir yoldur. Şeyhülislama, hilafete giden yoldur.

Nereye çıkacağını görmemek, onun için bile imkansız olduğundan, Kemal bey geçenlerde genel başkanlığı da Sarıgül’e bırakabileceğini açıklayıverdi.

Doğrusu budur, ancak talidir. Başlıkta sorduğum, şu anda düello halinde süregiden saray komplolarının nereye varacağı.

Bir kere, yolsuzluğun patlama zamanına dikkat: Haziran’dan yeterince uzak, seçime yeterince yakın.

Zamanlamada Erdoğan’ın da payı oldu. Dershanelerle bombanın pimini erken çektirdi.

Seçime kadar kalan sürede maçı çevirebilmek için herhalde...

Her yol mübah. Fethullahçıları Geziye karıştır. Anti-Amerikan demagojiyi körükle... Yerel seçimlerde kaybedeceği oyu, “dünya üstümüze saldırdı, o kadar olur” diye açıklanabilir düzeyde tutarsan, pazarlık masasına oturursun yine. Washington’la, Pensilvanya’yla, Tel-Aviv’le, Berlin’le pazarlık...
İki tarafta da bedduanın, küfrün sınırı yok. Yani kalıcı bir uyum artık imkansız. Ama Erdoğan büsbütün hayal kurmuyor olabilir. Çoktandır miadı dolan Tayyip bir vartayı daha, zor da olsa, geçici olarak atlatabilir. Kucağında yeni patlayıcılarla!

Hem CHP’nin hem AKP’nin yeniden yapılandırılma mevsim açıldı. Kılıçdaroğlu tarikata giriyor!

CHP yeni ittifak ararken, Erdoğan’ın elinde İkinci Cumhuriyetin ittifaklar sisteminden kalan bir tek Kürt dinamiği. Orada da, değil Öcalan, Barzani bile artık fazla duramaz.

Ama son sözü adı geçenlerin hiçbiri söylemeyecek. Son söz halkın.

Düellonun dışında duran, yeniden şiddetli ama bu kez politik bir öfke biriktiren halkın farkında mısınız?