Ne işin vardı Paris'te!

Gezmeye çok gitmişsindir daha önceleri. Zaten milyon kişi arasında adım atacak yer mi vardı...

Perşembe günü yaptığı konuşmadan ve o konuşmanın ana akım medyada “çok sert açıklama, flaş, flaş” diye süslenmesinden sonra Davutoğlu'na “niye gittin Paris'e” diye sormak gerek. Zira başbakanın konuşması, Paris'te şeriatçı faşist besleme bir çetenin yaptığı katliamı savunmasına ve Türkiye'de AKP faşizminin peygambere ve islama hakaret tatavasıyla baskıcı yönünü dayatmasına indirgenebilir. Özü bu. Adam “izin vermeyiz” diyor! Daha cenazelerin haftası ancak çıkmışken bu vurgunun tek bir anlamı olabilir: Hak ettiler!

Önceki gün polis iki gazeteye karşı ne yasal bir soruşturma kapsamında davrandı, ne de kimi duyumlarla ilgili olarak güvenlik aldı. Hayır, polisin Cumhuriyet ve Yurt'a yönelik uygulaması hedef göstermekten ibaretti. Hoş, Fox TV aracına saldıranların, kanalın Amerikalı patronunun Paris katliamı konusundaki tutumunu yakından izlediklerine inanırsak, saldırganlara hedef tarifi gerekmediğini de düşünebiliriz. Zaten Türkiye'nin sağcı provokasyonlar tarihi, bu tür saldırılarda kullanılan kesimin “çok bilinçli” olduğunu gösteriyor. O bilincin kaynağı devletin ta kendisi olmuştur hep.

Akit'in veya sosyal medya cengaverlerinin yaygarası, bilinmeyen bir hedefi belirginleştirmeyi amaçlamaz. Asıl kaynağı örtmeye yarar... Gazeteler atar manşeti ki, 6-7 Eylül'ün, Maraş'ın, Sivas'ın, Hrant'ın sapkınları “kendiliğinden” çıkabilsinler sokağa.

Başbakanın konuşması bu sözde kendiliğindenliğin göreve çağrılmayacağı anlamına da yorumlanabilir. Devlet doğrudan konuşmakta, saldırgan çetelerini tasmasından tutup hedefe hırlattırmakta, ama zinciri koyvermemekte...

Sahi niye gittin Paris'e?

Davutoğlu'nun kimliğini unutmayın. Bu kişi islamcılaşma ile emperyalizm arası uyumun teorisyenidir. Yobaza teori ne kadarsa, nasılsa, bu da o kadar teorisyen tabii. Şimdi böyle bir misyoner, tam da uyumun tükendiği yerde ne yapabilir ki?

Gitmeden önceki açıklamasında “Bu saldırıyı Müslümanlara yönelik bir karşı kampanyaya çevirmek isteyenlere karşı oradaki mevcudiyetimiz de bir cevap olacaktır. Bu saldırıyı istismar ederek Müslümanlara karşı bir kampanya başlatılmasına karşı da orada olarak en güçlü cevabı vermiş olacağız” demişti. Tarif ettiği mücadele, uyumsuzluk tespitine dayandırılmıştı. Kim düzenleyecekti karşı kampanyayı? ABD başta olmak üzere, adres emperyalizmin ta kendisi olmasaydı, durum bu kadar dramatik hale gelmezdi.

Davutoğlu'nun Paris gezisi boş iştir....

Oradan Almanya'ya geçti. Merkel'in davetlisiydi, ama Türkleri toplayıp “Almanya'daki varlığımızı kalıcılaştırmak” türünden, meydan okumayla çaresizlik arasında gidip gelen konuşmalar yapınca hakkında “saçma sapan bir seçim mitingi yapmaya gelmiş” yorumları çıktı. Davutoğlu'nun Almanya hamlesi de boş iş oldu.

Çünkü AKP'nin uyum tılsımı 2012 itibariyle bozulmaya başlamıştı. Sonra kimi konjonktür rüzgarlarından nefeslendiler. Örneğin ihtiyaç vardı ve Türkiye'ye para girmeye devam etti. Örneğin IŞİD'in var edilmesi gerekiyordu ve Türkiye bu çok-amaçlı çeteyi besleyecek taşerondu. Örneğin etraf fazla karışmıştı ve bir de üstüne Türkiye'nin karışması iyi olmazdı... Ayrıca AKP sıkışmadan “yeniden uyum” ile çıkmak için olmadık teslimiyetçilikler yapacak ölçüde kıvama gelmiş görünüyordu.

Bunlar “konjonktür”dür. Daha stratejik olan alanda, yani Ortadoğu'nun emperyalizm tarafından İslamcılaşma yoluyla yeniden tasarlanmasında ve aynı anlama gelmek üzere demokratikleşme / liberalleşme / dinselleşme üçgeninin kurulmasında karaya oturdular. Yeni durum Arap Baharının tıkanmasıyla kendini gösterdi ve emperyalist strateji dönüştürülmeye başlandı. Bizimkiler kayanın tepesinde kaldılar. O çaresizlikte ara sıra ılık rüzgarlardan sebepleniyorlar.

Davutoğlu'nun Fransa-Almanya turu, kitabını yazdığı kutsal uyum için son bir çaba olmuştur. Tutmadığını itiraf edenlerden biri de Numan Kurtulmuş: “Gitmeseydik, 'demek ki sizin IŞİD'le bir bağlantınız var' derlerdi.” Bu sözlerin öncesinde de peygambere hakaret gerekçesiyle katledilenlere “üç tane zibidi” demişti! Öldürmeye değmez demek istiyordu...

AKP Paris'te resmi çekilen yeni liberal-hümanist cephede kendine yer bulunmadığını artık gayet iyi anlamış bulunuyor. Bu durumun AKP'yi hiç olmadığı ölçüde saldırganlaştıracağı, ana karaya varabilmek için çılgın denemelere sevkedeceği açık. Başbakanın flaş konuşması zincirleri salmamak diye okunabileceği gibi, yarın savaş ilanına da dönüşebilir. “Bizsiz uyum; olmaz olsun” bile diyebilirler!

Emperyalizmle “AKP'siz bir uyum” için harekete geçenler kıpırdamaya başladılar bu arada. Tabii nasıl AKP demokratikleşme diye sunulduysa, onun alternatifi de öyle pazarlanacak.

Biz yine gericilikle emperyalizmin nasıl ayrılmaz bir bütün olduğunu işleyeceğiz. Bizim pusulamız sosyalist devrimi göstermeye devam edecek. Türkiye'nin yaklaştığı yeni kavşaktan daha güçlü bir solla, daha örgütlü bir halkla çıkacağız.