Nasıl bir yeni dönem?

MİT'in eski müşteşar yardımcısı Cevat Öneş, yıllardır Kürt sorunundaki çalışmalarıyla bilinir. Öneş, birkaç gün önce (1) Türkiye Barış Meclisi'nin, (2) Bilgi Üniversitesinde düzenlediği toplantıda konuşuyor. (3) Konuşmanın kamuoyuna acilen mal olması gerektiğinden olsa gerek, ertesi gün Sabah gazetesi bir röportajla sayfalarını Cevat beye açıyor.

Böylece, asla emekli olunmayacağı söylenen malum meslekten bir emektarı aracılığıyla, Türkiye Cumhuriyeti Öcalan'ı kamuoyu önünde muhatap kabul etmek yönünde adım atmıştır. Öneş aslında çok net konuşmaktadır.

Buna göre Öcalan silahlı hareketi mahkûm etmelidir. Öcalan mahkûm etti diye, silahlı hareket bitmese bile bu adımın karşılığı olacaktır. DTP legal temsil açısından kabul edilebilir bir platformdur. Bugün değil ama değişen koşullarla birlikte Öcalan'ın serbest kalması mümkündür. Bunların karşılığında demokrasi genişleyecektir.

Bu mesaj alışverişinin bahsi geçen toplantı ve röportajla ilk kez yapıldığını düşünmek saçma olur. Bu pazarlığın daha önceleri ince ince işlenmiş olmaması mümkün değildir. Haziran 2009 itibariyle bir adım daha atılmakta ve konu kamuoyunun önüne taşınmaktadır.

Demek ki içinde bulunduğumuz ve Obama'nın Türkiye ve Mısır çıkışlarıyla çakışan moment gerçekten de bir dönüm noktasıdır.

Ancak bunun ardından sürecin büyük bir hız kazanacağı, Türkiye'nin apar topar demokrasiye geçip Kürt sorunundan kurtulacağı falan da zannedilmemelidir. Öneş'in projeyi gayrı resmi şekilde açıklaması, aynı zamanda genel bir yoklamadır. Şimdi ilgili güçlerin belirli konumlanışlara girmeleri, tepkilerini ortaya koymaları beklenecektir.

Demokrasi lafının palavra olduğunu bir kez daha söylemeye gerek var mı, bilemiyorum. Türkiye'de içinde işçi sınıfının ve halkın çıkarlarının temel eksen olarak yer almadığı türden bir "demokratikleşme" artık yerelleşmeyle özdeş hale geldi. Yerelleşme, yani merkezi egemenlik mekanizmalarında belirgin bir gevşeme, ama bunun karşılığında devletin silah ve şiddet kullanma tekelinin yeniden tesisi, gevşeyen bölgesel dokulara uluslararası sermayenin ve uluslararası örgütlerin sızması... Kast edilen budur.

Bugün başka bir bölgede devletin valisinin bir komşu devlet yetkilisiyle yan yana gelip sınırları alaya alabilmesi, ulusal ekonominin yerini bölgesel, -ve dolayısıyla- küresel olana daha kolay entegre edilebilir yapılara bırakması egzersizleri yapılıyor. Yarın öbür gün NATO ve Türk-Amerikan işbirliklerinin, ya da sınır topraklarının yabancı/uluslararası sermaye mülkiyetine geçmesinin kolaylaştırıcılığına sığınılıp, sınırların fiilen ve resmen başka bir statükoda tanımlanmaya başlanması hiç sürpriz olmayacaktır. Silahlar sussun mu diye konuşuladursun, doğal gaz hatları boyunca emperyalist işgal askerlerinin yerleşmesi olasılığı büyümüştür.

Bu olasılıklar Kürt mülk sahibi sınıflarına ve Kürt siyasetine belirli bir egemenlik devri anlamına gelir. Kürt sorununa çözümden artık kast edilen budur.

Şimdi kimileri Öcalan'ın durumunu, olası demokratikleşmenin standartlarını falan tartışacak. Yapılmasın demiyorum elbette. Ama bu yolun mayınlarını etkisizleştirmeden yürütülecek tartışmalar şaka düzeyinde kalır.

Bu yol, yabancı sermayenin büyük varlıklara el koymasını, emperyalizmin bir inzibat gücü haline gelmesini, projedeki payını artırmak isteyen çeşitli tarafların herkesi kanla tehdit ve terbiye etmeye çalışmalarını, kontrolsüzlükleri içermektedir.

Deminden beri değinilen bütün taraflar oyunun bu kısımlarının parçasıdır. Bunlar mayınlı tarlanın oyuncularıdır.

Birilerine de Türk ve Kürt halkını birleştirme, böylece mayınları etkisizleştirme ve başka bir olasılığı kuvvetlendirme görevi düşecektir.