Muhalefet var, bir de misyon var

AKP’ye karşı muhalefet yok mu? Memlekette yaprak mı kımıldamıyor? Türkiye uyuyor mu?

Hiç de öyle değil. Kadınlar üstünde baskı var, saldırı var; doğru. Ama kadınlar şortlarını giyip sokağa da çıkıyor. Bir yobazın bir kadını benzeri biçimde hedef aldığında dayağın yönünün değişme olasılığı hiç de düşük değil.

İmam Hatipleştirme sürüyor. Milli Eğitim Bakanlığı genel olarak bir doğrultu göstermiş olmakla kalmıyor. Proje okulları düpedüz son derece planlı bir operasyon olarak deneniyor. Doğru. Ama geçen hafta görüldüğü gibi ne liseliler, ne velileri, ne öğretmenler itiraz etmekten, eylem yapmaktan, direnmekten vazgeçmiyorlar. Saldırıların bir kısmını durdurmak gayet mümkün.

Sokak sola kapatılmak isteniyor. Delice bir şiddetle müdahale edebiliyor polis. Ama kimse bu durumu sineye çekip “yapacak bir şey kalmadı” demiyor. Ertesi gün daha fazla sayıda, daha örgütlü çıkıyorsunuz ve üniformalı yobazlık durup bakmak durumunda kalıyor. Elbette bir sonraki şiddet şovuna hazırlanarak.

Ne Karadeniz’in köylüleri susacak, ne İzmir’in laikleri... Üniversiteliler liseli kardeşlerini izleyecek önümüzdeki haftalarda… Görevden alınan kamu emekçileri mücadelenin farklı biçimlerini yaratacaklar… Ayrıca dinselleşmeye teslim olmayan ve sıfır noktasında bile memleketin yarısını temsil eden kitle, Tarık Akan’ın uğurlanmasında olduğu gibi başını dikleştireceği anı bekleyecek hep…

Yani muhalefet bir avuç devrimcinin inadına indirgenmeyecek. Toplumun aydınlanmış kesimleri, emekçiler, kadınlar ve gençler boyun eğmeyecekler. Sola açık, ancak kendini sosyalist, devrimci, komünist sıfatlarıyla tarif etmeyen bir dizi kesim aynı şeylere üzülecek, benzer şeylerden heyecanlanacak… Ben eminim.

Ama bu “iyimserliğimi” tırnakların içine almak zorundayım. Zira toplumsal muhalefetin varlığı, yaprakların rüzgârda durmaksızın kıpraşması, Türkiye’nin hiç de uyumaması şeriatçı diktatörlüğün egemenliğini tehdit ediyor mu; amiyane tabirle, buradan bir şey çıkacak mı, buna yanıt veremiyorum.

Aniden kötümserliğe mi döndüm?

Yok canım!

Türkiye’nin tarihsel ilericiliği en büyük saldırı altında. Ama ilericilik şeriatçı faşizme sığdırılamayacağını gösterdi. Çok değerli. Ve bu kadar.

AKP’nin ve temsil yeteneğini 15 Temmuz sonrasında paradoksal biçimde arttırdığı kapitalizmin becerilerini hafife almayalım. Kapitalizm ilginç bir düzendir. Meşruiyet ve inandırıcılığı tepetaklak gitmekte olan bir hükümete mahkûm düşecek kadar zayıf olabildiği sırada, böyle bir iktidarla bile kârlarını yükseltebilecek kadar güçlü olabilir sermaye sınıfı. 14 Temmuzda diktatör ilan ettiği bir kişiye, ertesi akşam demokrasi nişanı takabilir. Olağanüstü hali desteklemekle Gezi kitlesinin sokaklara döküldüğü bir cenazeyi naklen yayınla beslemeyi bağdaştırabilir. Bunları ikiyüzlülük olarak görebiliriz; doğrudur, öyledir. Ama bunun bir sınıfsal yetenek göstergesi olduğunu da kabul etmeliyiz.

Adını koyalım. Türkiye’nin ilerici birikiminin yobazlığa sığdırılamayacağı doğrudur. Ancak ya bu pozitif verinin sınırlarını Türkiye kapitalizmi çiziyorsa?

Şeriatçı faşizmin yüzlerce yıl önceki bambaşka bir toplumsal yapının rejimi olarak şansı sıfırdır. Ama zaten bu rejim günümüz kapitalizminin içinde yeniden üretilmekte ve biçimlendirilmektedir. Bu modern (!) format yobazlığın egemenliğinin altına, onun mutlaklığına sığdırılamayacak toplumsal kesim ve unsurları yerleştirmeyi kapsar. Muhalefetisinizdir ve parçası olmuşsunuzdur! Kuşkusuz bu çizim masasında projelendirilmiş bir tasarım değil, toplumsal mücadelelerin bileşkesi olarak doğan bir durumdur.

Muhalefet… Pekâlâ var. İsteyen devrimcidir ve mücadeleden keyif alır. İsteyen, hiç de haksız sayılamayacak biçimde, korumak ister kendini ve giderek daralsa bile hiçbir zaman sıfırlanmayacak olan nefes alma odalarında kısmi kazanımların buruk kıvancını yaşar.

Ama muhalefet bir başka düzleme taşınmadığı sürece nefes alma odacıkları da, mücadelenin kendisi de düzenin sürüp gitmesini mümkün kılan aksesuarlar olarak işlev görecek. Dedik ya, kapitalizm pek yaratıcı, pek becerikli bir sistemdir!

Çıkış?

Var elbette.

Ama önce anlaşalım. Süregiden mücadeleleri ve insanların nefes alma gereksinimini asla itibarsızlaştırmadan, hafife almadan, mevcut durumun yetmediğini görelim.

Ve yine adını koyalım. 2016 Türkiye’sinde acil gereksinim toplumsal muhalefetin işçi sınıfının merkezinde durduğu bir hiyerarşi içinde yapılandırılmasıdır. İşçi sınıfı hareketi, bir kez ayağa kalktığında, hele örgütlü olarak ayağa kalktığında başat özelliği muhalefette kalamamaktır. İşçi sınıfı kapitalizmi aşmak zorundadır.

Muhalefet etmek değerli bir şeydir. Ama iktidar perspektifi başka bir misyondur.

Şimdi işçi sınıfının tarihsel misyonu denen şeyi hatırlamanın tam zamanıdır…