Memlekete sosyalizm lazım

Yalnızca en doğrusu, en tutarlısı olduğu için lazım değil. Geçenlerde bir dostum iddiayla anlatıyordu; diğerleri çoktan denendi ve olmadı... Başka yol kalmadığı için de sosyalizm lazım.

Yoksa başka birtakım yollar her zaman icat edilebilir.

Ben sosyalizm dışındaki seçenekleri beğenmediğim için “icat etmek” dedim. Ama diyelim ki, samimiyetle “yahu bir deneyelim, devrim yapmak, şimdi biraz zor” diye düşünüyorsunuz. Yani sosyalizm dışında bir formülü de beğenmeye kapalı değilsiniz…

Zaten denendiler ve olmadılar.

Özelleştirme en önemli örnek belki de. Ah sosyal-demokratlar ah! Zamanında “aslan sosyal-demokratlar” hitabını ortaya atan ve nasıl inkâr ederim, çok da sempatik biri olan Erdal İnönü’nün danışmanları “özerkleştirme” demeye kalkmışlardı. KİT’ler özelleştirilmeyecekti de, verimsiz olmalarına neden olan devletçi yanları törpülenecekti. Siyasiler yakınlarını dolduramayacaktı, verimlilik gözetmeksizin çalışılmasına izin verilmeyecekti, devletin parası çarçur olmayacaktı bu sayede… 

Mesela bu denendi. Has özelleştirmeciler “anlatın anlatın” demişlerdir… Eğer çok çok anlatırlarsa “kâr amacıyla çalışmayan bir şirket” fikrinin itibarsızlaştırılması, özelleştirmecilerin yanına kâr kalacaktı nasılsa. Hele devlet işletmeciliği itibarsızlaşsın, gerisi gelirdi. Geldi de!

Özelleştirmecilik de fazlasıyla denendi. Fabrikaların daha verimli üretmek için değil arsaları için satın alınması, yağmanın en masum biçimiymiş meğer. Verim mi? Dönüp borç yüküne bakın bir daha. Utanmadan halkı ayağını yorganına göre uzatmamakla eleştiriyorlar bir de. Patronlar borçlanınca sorun olmaması, onların borcunun devlet tarafından üstlenilecek olmasından kaynaklanıyor. Halk için öyle değil tabii…

Gerçekten de üstlendiler. Sadece bizde değil, 2008 krizinde her yerde devlet, kamusal kaynakları babasının malı gibi bataktaki tekelleri kurtarmak için kullandı!

İşsizlik için de her şey denendi. En son Erdoğan’ın muazzam projesi çok makul gelmiş olabilir sokaktaki insanlara. Ne var yani, her patron bir kişiyi daha işe alamaz mıydı? 

Alamazdı! Çünkü iş bulamayana “iş-siz” diyoruz. İşsizler bu düzende “işlevsiz” değil. Çalışanların baskılanması, daha az ücret ve daha kötü çalışma koşullarına rıza göstermeleri için işsiz kitlelerin bir işlevi var. Her patron bir kişiyi daha alsa, bu fonksiyon çöker. O yüzden bu düzen artık nüfusun küçük bir kısmının çalışabildiği bir delilik düzeni haline geldi.

Ekonomi böyle diyelim kabaca. Ya laiklik? 

Daha önce de değinmiştim. Mesele kimin örtünüp kimin açıldığı değil. Öyle olsa, “toplumumuz ne de güzel bir mozaik” deyip işin içinden çıkabilirdik. Bir çözüm olarak bu mozaikçilik denendi örneğin ve olmadı. Her parti, kendine göre belli bir oranda erkek ve kadın laik-dindar kontenjanıyla çalışıyor artık. Ve çözülmüyor sorun. Bilimin çöküp kentleri selin götürmesi bununla ilgili. Yobazlık insandan nefret ediyor ve tecavüz etmeyi, öldürmeyi hakkı sayıyor. Sanata tükürüyor, sporu ok atmaya indirgiyor… 

Oysa dini siyasetin dışına çıkartırsanız, sızmalara karşı çok katı önlemler alırsanız, hem çağdaş, kentli yaşam tarzını, hem inanç ve ibadet özgürlüğünü aynı anda kazanabilirsiniz. Çünkü siyasallaşan din, toplumsal yaşama normlar, kurallar dayatmadan edemez. Siyasetsizleştirilen din insanların inanç dünyalarına, vicdanlarına kalır. Örneğin cihatçılık için neden kalmaz.

Üstelik sosyalizmin çözümüne göre din siyasetten çıkartılırken, eşanlı olarak özelleştirilen işletmeler de yeniden devletleştirilmelidir. Birini yapıp diğerinden geri durursanız, yine olmaz. Bu da denenmiştir memleketimizde. Çünkü bu kadar yağma, ancak dincilikle örtülürse becerilebilirdi. İkisi de yok. Yani sosyalizmin çözümü!

En büyük demokrasi sorununun Kürt sorunu olduğunu varsayalım. Onlarca yıldır Kürt partilerinin kapatılması ve özgür bırakılmaları denendi. Faşistlerin “vur kurtul”u da denendi; küreselleşme efsanesinin yeri göğü sardığı dönemde neredeyse “ver kurtul”a kadar gelinmişti. Belediyeler elbette yerinden demokrasi anlamına gelmiyordu, ama bir dönem Kürt belediyelerinin kendi alanlarında bayağı özgürce çalışabildiklerini yaşadık. Taşeronluk değişmedi ama. Kürt sorununun çözümü AB’den geçecekti, olmadı. ABD bütün bölgeye demokrasi getiriyordu da, Kürt coğrafyası eksik mi kalacaktı? Çözüm Diyarbakır’dan geçecekti, Eşme ruhu olacaktı, ekoloji olacaktı… 

Bunlar denendi ve bitti. Geriye kaldı sosyalizm!

Ülkenin siyasal sorunlarının seçim yoluyla çözüleceği en büyük iddiadır. Verdiği oyu değersizleştirmeye pek yanaşmaz elbette seçmen. O kadar değersizse oy kullanmaz, daha iyi… İşte bu nedenle, seçmen oldu, strateji uzmanı! Mümkün olsa oyunu onda birlik parçalar haline getirip ince ince ayar yapacak vatandaş. 

Ama bu hesaplamaların sonunu, seçim sonrasında ciddi bir kriz bekliyor dediğimde de kimse itiraz etmiyor. Ekonominin düzelme olasılığı yok. Dış ilişkilerin de öyle. Siyasette geçen yıl referandumda hayır diyen partilerin çoğu alışmış görünüyor başkanlık sistemine. Kim kimi başkan yardımcısı yapacakmış, bakanları nasıl atayacakmış… 2017’nin hayırcılarının önemli bir bölümü başkanlık rüyaları görüyor. Ama saçma, çünkü ülkeyi kriz bekliyor. Toz duman içinde, defalarca denenmiş ve çökmüş çareler birbirini yiyecek. 

Peki memlekete ne lazım?

Memlekette başka her şey denendiği ve düğümler çözülmez hale geldiği için… 24 Haziran seçimlerinde kim başkan, kim meclis çoğunluğu olursa olsun, kim parlamentoya girip kim dışarda kalırsa kalsın, kriz kaçınılmaz olduğu için… 

Bu seçimden bir de sosyalizmin sesinin çıkması gerekiyor. Şimdilik sosyalizmin kendisi değil, sağlam, tutarlı, güçlü bir ses elde edebiliriz. Gerisi boş…

Ha, bir de şu; sosyalizmin başkalarının, eski veya yeni sosyal-demokratların sırtına binip, eteğine yapışıp ses vermesi seçeneği de denendi. O da olmadı…