Memleket gerçeklerinden kopuğuz!

Hakikaten kopmuşuz.

AKP ile CHP bin bir amigo veya akil adam katkısıyla mücadeleye devam ederlerken, bir köşede de şu atlet-fanila meselesinden ne murat edildiğini anlamayanlar var. Atatürk’ün koltuğuymuş, Atatürk öyle görüntü vermiş miymiş, yok sen kendine bakmış…

Anlamayanların arasında Atatürkçüler de vardır mutlaka. Mustafa Kemal’in mayolu resimlerini paylaşmanın gururunu da anlamadım. Benim bildiğim denize mayoyla girilir. Eee?

Neyse ki AKP’nin bir bakanı “atlet giymekle halk adamı olunmaz” dedi de işin özü açıklığa kavuştu. Yoksa Erdoğan’ın feveranına anlam veremeyenlerin yanında, bir de CHP’nin neden böyle bir fotoğrafı servis ettiğini çözemeyenler vardı. Ben rastladım, “bu resmi kim çekmiş ki” diye sorana. “Allah Allah nasıl basının eline geçmiş acaba” diye şaşanlara…

Kimdi bunlar? Arada geçerken bu anlayışsızlardan “biz” diye söz ettiğime göre ben de mi onlardanım? Yoksa hepimiz aptal mıyız?

Adına ne derseniz deyin. Açık söyleyeyim, ben o saflardan biri olmak ve hep beraber safları çoğaltmak istiyorum. Bu tartışmayı ve mücadeleyi anlayamamak istiyorum.

Normal bir yurttaş -yani evinde atletiyle yoğurt yiyen, aile içinde donla gezen veya, bir o kadar normal biçimde masaya kravatıyla oturan, belki bu alışkanlığını Haziran sıcağı vesilesiyle bozan normal bir yurttaş- bu tartışmaları ve kapışmaları Çince tiyatro izler gibi izlemelidir. Gerçi bileni artıyor, ama Çinlilerin mimikleri, vücutları da bilinmeyen bir dilde “konuşabiliyor” ya; ondan böyle söylüyorum.

Öyle ki anlayıp anlamamak akıl düzeyine ilişkin bir veri oluşturmayabilir. Bilmeyene cahil denemez.

Ama bu tartışmayı algılayamamak vicdanınızın kanıtı sayılabilir.

Türkiye’de kurnazlığa, çakallığa değil vicdan temizliğine ihtiyacımız var. Çakallık memleketin gerçekliği haline gelmişse, insan’a düşen adapte olmak değildir. İşin ilginç tarafı adapte olan ve kafası öyle çalışanlar basbayağı aptal yerine konmaktadır.

Fanila sayesinde “işte bizim gibi biri” diye gururlananların kafası ne kadar çalışıyor olabilir? Peki “Abicim adam fanilayı çekti, kaptı bizim oyları” diye dövünenlere ne demeli? “Aaa fanilalı resmini gördüm, bütün dünya görüşümü değiştirdim, artık oyum…” Var mı böyle bir şey!

Kim kopmuş acaba gerçeklikten? Bir üst paragraftaki tipler memleketimizi tastamam temsil ediyorlarsa, kopun gitsin! İyisi mi, bu temsil iddiasını reddedin. Mesela Türkiye ekonomisinin bir bölümünün idari tatile sokulduğunda daha çok para kazanılacağı tezini reddedin. Yanlış anlaşılmasın, bu tez gerçekliğe denk düşüyor olabilir. Memleketimizde milyonlarca insan çalıştığında, ürettiğinde değil, gezip tozduğunda ortaya daha çok “değer” çıkabilir. Bu aralar düzenin analizcileri ve sözcüleri bunu kanıtlamaya gayret ediyor. Doğrudur, öyledir. Ama madem Türkiye ekonomisi bu utanç verici durumdadır, bu durumdan kopulmalıdır. Bırakın basmasın kafamız, işe gitmek yerine gezdiğinizde ülkenize daha fazla hizmet edeceğiniz iddiasına. İsterse çok gerçek olsun!

Sadece bizde de değil bu kopulası durum. Dünyanın birçok yerinde kentler Venedik olma sırasına girmiş yüzlerce yıldır. Fransa’nın Venedik’i, Kuzeyin Venedik’i, Doğunun Venedik’i… Şimdi o Venedik’te bir kamu yöneticisi “allahüekber diye yüksek ses çıkaranları vurma emri verdim” diyor. Bunu anlamakta çok zorluk çekmenizi umuyorum. Tabii ki, birtakım katillerin katliamlarını bu ünlemle estetize ve sembolize ettiklerini biliyoruz. Ama biz yine de anlamayalım, onlardan daha az cani ruhlu olmayan Venedik valisinin açıklamasını.

Bir meslektaşı, nedense gırgıra vurmuş işi ve bir toplantıda kapıyı aniden açıp yasak sözcüğü yüksek sesle telaffuz etmiş. Bana sorarsanız, bunun ne menem bir şaka olduğunu da anlamayalım. İtalyan kamuoyunda birileri o kadar anlam yüklemişler ki, diğer kamu yöneticisinin şakasına, adam sonra özür dilemiş, konuyu sulandırdığı için.

Ne demek bütün bunlar diye yormayın kafanızı. Kopalım 2017 dünyasındaki zırvalıklardan. Akıl ve bilgi noksanlığından değil, hâlâ saf olabildiğimiz için, insanların evlerinde ne giyip ne giymeyeceklerinin politikaya bulaştırılmasını anlamayalım. Çalışmayınca daha çok kazanabilmenin içinden çıkamayalım. Ateş etmek, öldürmek üzerinden Venedik’in nasıl yönetileceğine veya duaların ölmek ve öldürmekle ilintilendirilmesine akıl sır erdiremeyelim.

Vicdanımızda bu gerçeklikle en ufak bir kesişim olmasın ki, bu ülkeyi ve bu dünyayı değiştirebilelim.