Medeni Cesaret mi?

Ertuğrul Özkök'ün Kürt sorununun çözümü çerçevesinde ayrılma dahil her şeyin konuşulması gerektiğini dile getirmesi, büyük bir medeni cesaret örneği midir? Yılların Özkök'ü, hani, yazılarına düştüğü notlardan, her hafta başka bir dünya başkentinde lüks bir otelin hakim manzarasında esin perisini bulduğu anlaşılan Özkök ayrılmak da bir nevi çözümdür, dediğinde “demokratik kamuoyumuz” tarafından alkışlanır mı? Evren'i akladığı günleri, ırkçılıkla emekten iğrenen orta sınıf zevzekliğini birbirine buladığı yazılarını affettirmiş olur mu?

Sanırım o kadarı olmayacaktır. Zira Özkök yazısından sonra arzı endam ettiği televizyon söyleşilerinde militarist yönelimlerle köprüleri atmadığı noktasında özen göstermiştir. O nedenle demokratik ve “Kürt dostu” kamuoyu kesimleri Ertuğrul Bey’in samimi olmadığını, cesaretinin göstermelik olduğunu söyleyecek, “asıl demokratlık” için yeni kriterler düşüneceklerdir.

Bense Özkök'ü demokratlıkta eksik kaldığı veya samimiyetini beğenmediğim için eleştirmeyeceğim. Türkler ve Kürtler arasındaki mesafenin ne denli açıldığını teyit eden ve çatışmaların bugüne kadarki halini mumla aratacak kıyım tehlikelerini ortaya çıkartan yaklaşımların demokratlığından ben bir şey anlamıyorum!

Önerilen tartışmanın sonuna kadar yapılıp tüketildiğini ve Türkler ile Kürtlerin Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerindeki birlikte yaşama pratiklerini şu veya bu biçimde sürdürmenin olanaksız hale geldiğinin “saptandığını” düşünelim bir an. Yakın tarihimizin gördüğü en ılımlı liderlerin el sıkıştıklarını ve bir taraf bugüne kadar hak iddia ettiği siyasal-idari-askeri alanlardan çekilirken diğerinin de kendi kaderini tayin ettiğini düşünün...

Belki, birileri bu durumun bütün yatırımcıları pek rahatlatacağını, terörün son bulması, bol ve ucuz işgücünün ortalığa dökülmesi ve ulusal kalkınma motivasyonunun patlamasıyla yeni Kürt ülkesinin büyük bir ekonomik hamleye geçeceğini hayal edeceklerdir. Üstelik, hiç kuşkusuz Büyük Kürdistan'ın da önü açılmış olacak, ne enerji kaynağı sıkıntısı kalacak, ne de bölgenin Arap-Türk-Fars faktörlerine sınır çeken böyle bir ülkeden yüksek teknoloji sakınılacaktır! Kolay mı, 21. yüzyılın yeni yıldızından söz ediyoruz...

Peki ben ne saçmalıyorum o halde? Ne demek istiyorum “çatışmaların bugüne kadarki halini mumla aratacak kıyım tehlikesi” diyerek?

Demokrat Kürt dostları bunu takmamalı, bu satırların yazarının ve dahil olduğu malum stalinist çizginin bir Özkök kadar olamadığını tekrarlamalı, sekterlikten, milliyetçilikten, militaristlikten söz etmelidirler. Tekrarı günde beş vakte kadar çıkartmaları daha da makbul olacaktır. Zira kolaylıkla akla getirileceği gibi, ayrılma yolu yabancı yatırım ve sermaye akımı kadar türlü çeşit cemaat törenleriyle de süslenecektir. Yeni devletin eğitim öğretim derdi olmayacağını, sivil ve milli toplumu temsil eden cemaatlerin işi bir çırpıda halledeceklerini tahmin edebiliriz. Ayrıca komünistlerin üstüne atılacak olan çizik de bağımsızlıkçıların demokratlığına halel getirmez. On yıllar önce, bu satırların yazarı, katıldığı bir panelde Irak'ın kuzeyinde komünistlerin de kendi bayraklarını asacak binalar bulduklarını dinlemek fırsatını bulmuştu bir demokrat Kürt dostundan!

Hem biz ne biliriz ki? Birtakım kitaplar, genellemeler, soyut yaklaşımlar... Ya gerçek hayat! Baksanıza medeni cesaret düzeyi tartışılabilecek bir Özkök bile Belçika'dan örnek vermekte, “adamlar bölünmeyi tartışıyorlar, dünya da yıkılmıyor” demektedir...

Neyse... Belki de haklıdırlar. Gerçekten de saçmalıyorumdur. Türkler ve Kürtler siyasal ayrışmaya girdiklerinde buna toplumsal bir ayrışmanın da eşlik etmesi için neden yoktur. Ara ara mahalleleri basılan, gençleri linç edilen, dükkanları taşlanan Kürtler göç etmeye yeltenmeyecekler, Türk veya Kafkas veya Balkan göçmeni komşuları onlara “ya boşverin, üzmeyin canınızı, siz bizim kardeşimizsiniz” diyeceklerdir kahvede taş dizerken. Ülkenin batısının Kürt olmayan sakinleri, Kürtlerin dükkanına, evine, çiftine çubuğuna tamah etmeyeceklerdir kesinlikle. Faşist hareket “ayrılalım ve dost kalalım” diyen iki halkı görünce “ben yıllardır neler yapmışım” diye ağlamaya başlayacak ve kara üniformalarını yakıp aile fotoğrafına katılmaya koşacaktır. Kürt kadınlarını Karadeniz'e kuma olmaya çağıran yaratık makamına oyla gelmemiştir, memleketin en çok oy olan partisinden değildir zaten... Kaldı ki, emperyalistler de kendi toplumlarındaki sivil yani medeni, demokratik ortamın buralarda da tesis edilmesi karşısında duygulanmadan edemezler. Hep söyledikleri şey, geri halklara demokrasi ve çağdaşlık taşıma misyonu, işte sonunda karşılık bulmuştur!

Evet, Özkök'ün ayrılmayı tartışan ve boşanmayı seçme olasılığı az olmayan ülkesinde işler böyle de gelişebilir. Böyle bir olasılık hakkında son ana kadar umutsuzluk yaymakta ısrar edenlerin o gün geldiğinde bir şey olmamış gibi davranmak yüzsüzlüğünü göstermeleri bile mümkündür. Bu tür stalinist, sekter vs çevrelerin ister eski batıda, ister yeni doğuda kalsınlar, hesap vermekten kaçamamaları gerekir.

Bu yazı ise buraya kadarki alaycılıkla son bulamaz.

Türk ve Kürt halklarının arasındaki mesafenin açılması, ister savaş ister barış yoluyla yaşansın, aynı felaket sonucunu döşer. Ülkemizi ilerletecek olan, ayrılmayı tartışmak ve buna alışmak değil, birliği anlamlandırmanın yolunu bulmaktır. Tekel direnişinin açılım pankartı bu açıdan çok şey söylemektedir.