Masalcı Dede veya Vedat Türkali'ye yanıt

Bir varmış bir yokmuş. Herhalde masal icat olalı beri, masalcı dedeler de varmış. Masal bir edebi tür de olsa, işlevini uykudan önce ve huzur içinde uyusunlar diye çocuklara söylenmesiyle kazanmış. Peki çocukların huzur içinde uyumalarına yardımcı olan masalların büyüklere söylenmesi ve onları gerçek hayattan uzaklaştırması kimin suçu oluyormuş? Masalın mı, masalcı dedelerin mi, masal dinlemekten kurtulamayan, hep uyumak isteyen büyüklerin mi?

Çok önceden tanıdığım ve çok zamandır çocuk sayılması mümkün olmamasına karşın halen masal dinleyebildiği anlaşılan Kadir Akın -bilmeyenler için söylemeliyim- İşçilerin Sosyalist Partisi Genel Başkan Yardımcısı. Yıllar öncesinden siyasetler arası toplantılardan tanıştığım Kadir'in uyutucu bir masala maruz kaldığını, bütününü internet ortamında görebildiğim söyleşi boyunca işgal ettiği yerden çıkarıyorum. İlgili bilgisayar dosyasının, -söyleşinin kısa sunumu ve iki katılımcının ikişer kez tekrarlanan isimleri de dahil olmak üzere- 3180 sözcük içerdiğini kolaylıkla görebiliyoruz. Kadir Akın arkadaşımın payına bu toplamdan, iki kez tekrarlanan kendi adı ve soyadı dahil olmak üzere 74 sözcük düşüyor. Bunun, söyleşilen kişiye derin saygıyı yansıttığını varsayalım. Adının ve soyadının iki kez geçmesi ise, Akın'ın Vedat Türkali'ye toplam iki soru sorduğu anlamına geliyor. Bu sorulardan ilki şöyle: “Geçtiğimiz aylarda Başbakan Tayyip Erdoğan ‘açılım’ çerçevesinde kimi aydın, yazar, sanatçılarla bir dizi görüşme gerçekleştirdi. Siz de çağrılıydınız. Sağlık sebebiyle toplantıya katılamadınız ama görüşlerinizi bir mektupla ilettiniz. Basında da yer alan bu mektubunuzda, Kürt sorunu çözüme kavuşturulmaksızın demokrasi konusunda bir adım dahi atılamayacağını anlatıyordunuz. Şimdi savaş tüm şiddeti ile yeniden başladı. Hem yeniden başlayan savaş hem de sosyalist hareketin durumunu nasıl görüyorsunuz?”

Vedat Bey’in 1629 sözcüklük ilk yanıtını takiben Akın ikinci bir soru için hamle yapıyor: “Peki, kısaca Kürt sorununun temel noktalarına değinir misiniz?”

“Sosyalist hareketin durumu” bağlamında Vedat Bey’in TKP'ye kaç sözcüklük küfür ettiğini sayamadım. O kadar da soğukkanlı değilim. Akın'ın konuyu biraz olsun değiştirme girişimi de sonuç vermiyor ve Vedat bey TKP'ye saymaya devam ediyor. Bu tablodan Kadir'in masal dinlemeyi hayli özlediğini, Türkali'nin ise artık sözlerinin sonunu dinlemeye kimsenin takat gösteremediği bir masalcı dedeye döndüğünü çıkarsıyorum. Bunları yazarken, yaşına, o yaşta “ben komünistim” demesine ve yaşayan en yaşlı eski TKP'lilerden biri olmasına duyduğum saygıyı sırf dürüstlükten yazacağım. Yoksa bu tür notların, yeni bir küfür dalgasından beni korumayacağını biliyorum.

Vedat Bey uyutacağı demokrat, marksist, leninist, devrimci, TKP düşmanı bulmakta zorluk çekmez. Nasılsa Türkiye yaşı geçmiş olmakla beraber kendini masalcılardan kurtaramayan, bir türlü olgunlaşamayan solumsularla doludur...

Notlar halinde gideceğim. Varacağım yer ise Türkali'ye kendisine duyulan saygıyı daha fazla aşındırmamak için neler yapabileceğine ilişkin kimi sonuçlar içerecek. Yoksa ortada ulusal sorun, Kürt sorunu, emperyalizm, leninizm, TKP tarihi ve bilumum konuda Türkali'yi eleştirerek erişebileceğimiz yeni bir alan yok. Masal diye bir edebi tür olabilir. Masal eleştirmenliği var mı, bilmiyorum.

Birinci sonuç şudur: İleri bir yaşa gelmiş, alanında önemli ürünler vermiş ve ün elde etmiş kişilerin genel bir sorunları, yakınlarında “hocam artık şu konularda bir şey söylemesen daha iyi olur” yolunda dostça tavsiyede bulunacak kimseciklerin kalmaması oluyor. Vedat Bey de öyle. Üzücü...

“Peki, bu sorunu bu iktidar çözebilir miydi? Bunu yapabilir miydi? Evet yapabilirdi. Tarihte bir sürü örnek var.” Vedat Bey emperyalizm konusunda TKP'nin cahil olduğunu söylüyor. Sonra sanki emperyalizmin dünya çapında sermayenin gericileşmesi, ya da başka bir deyişle ve “gericileşme”den çıkartacağımız temel bir ara sonuç olarak, “çözüm üretmekten uzaklaşması” anlamına geldiğini Lenin alenen yazmamış gibi, emperyalist Fransa'nın Cezayir ulusal sorununu çözdüğünü iddia ediyor.

Eski tanışım daha o dakikada uyumaya başlamış mıydı onu çıkartamıyorum önümdeki word dokümanından. Ama De Gaulle Cezayir sorununu çözmedi. O sıralar sömürgecilik dağılıyordu. Fransa ise yükselen değil düşen bir emperyalist güç olarak bu radikal ve önüne geçilmez dönüşümün altında kalmamaya çalışıyordu. Cezayir bağımsızlığını anti-emperyalist bir hamleyle kazandı. Ama “Fransa'nın Cezayir ulusal sorunu” derinleşerek, Paris'in banliyölerini alevlere teslim ederek, yükselen yabancı düşmanlığıyla ve bütün Avrupa'da olduğu gibi orada da proletaryanın en alt seksiyonuna göçmenleri yığarak sürüyor. De Gaulle'lü veya De Gaulle'süz, emperyalist Fransa, ulusal sorununu çözemiyor!

“Devrim yolu, gereğinde nice örgütlerle bağlaşık yürümek zorunda olunan bir yoldur, diyor Lenin.” Lenin'i iyi bildiğini sanan Türkali bu sözleri AKP'yle ilgili olarak söylüyor. Lenin'in Erdoğan'a denk gelse ne yapacağını düşünmek bile istemiyorum. Kadir Akın'ın ise uykuya çoktan dalmış olduğunu sanıyorum. Bir Gün Tek Başına aracılığıyla daha çocukluğumda tanıştığım Türkali'nin AKP ile ittifak hayali beni ve binlerce TKP'liyi yalnızca üzer.

Hey... Orada Türkali'ye “hocam...” diyecek kimse yok mu?

Nasıl olur da Türkali benim babamın henüz çocuk olduğu bir tarihte üyesi olduğu TKP'nin tarihini bilmez? Masalcı dedeler bildikleri ve bilmedikleri her şeyi masal formuna sokmadan duramazlar mı?

“Kürt sorununa ilk Marksist Leninist bilimsel tanı koyarak el atan 1925 yılında Doktor Şefik Hüsnü'nün Akaretler'deki evinde, tarihi geçmişe bakarsanız üçüncü kongresini yaparak Komintern'e resmen alınan Türkiye Komünist Partisi'dir... Bu toplantıda partiyi oluşturanlar Almanya'dan gelen Spartakist grupları, Osmanlı İşçi Çiftçi Sosyalist Partisi, Aydınlık Grubu, Bakü'de kurulan ve Ankara'da kurulup kapatılan Halk İştirakiyun'dan kalanlar, Ermeni Hınçakyan Partisi ve mütareke yıllarında İstanbul'da Rum yapı işçilerinin kurduğu Uluslararası İşçi Sendikası Grubu'ydu. Komintern'e hemen üye kabul edildi...”

Peki eski arkadaşım Kadir, benim gülümseyerek geçiştirebileceğim sözler karşısında ne yapmıştır? Uyuduğu varsayımı artık kesinleşiyor. Çünkü Akın'ın siyasi geleneğinin tarihsel tezi TKP'nin kemalist sapması diye başlar. Kürt ulusalcılarının, tarihsel TKP'yi ve ondan hareketle bütün solu Kürtlere karşı sorumsuzlukla suçladıklarını biliriz. O sorumsuzluk iddiası kuşkusuz Mustafa Suphi'yle değil, Şefik Hüsnü ile başlatılır. Yani Kürtçü solun tezi de Hüsnü'nün bilimsel değil kemalist olduğu yolundadır. Ben buna katılmam ama tarihimizde öyle bilimsel tanı olarak adlandırılabilecek bir şey olmadığını da bilirim. Neyse, buna yerimiz yetmez...

Ama başka masallar beni uyutmuyor, yerimden hoplatıyor! TKP Komintern'e 1925'te alınmış falan değildir. 1925'i bir yeniden kuruluş olarak görmek belli ölçülerde mümkün olmakla birlikte bu bir atılım değil, illegalite koşullarına uyumdan ibarettir. Kongre katılımcıları arasında veya dışında Osmanlı İşçi Çiftçi Sosyalist Partisi diye bir parti yoktur. Çok benzeyen adı Osmanlı değil Türkiye ile başlayan bir partinin ise 1919'daki kurucusu ve lideri ise zaten Şefik Hüsnü'nün kendisidir. Aydınlık grubuna adını veren dergiyi zaten Şefik Hüsnü kurmuştur. Almanya'dan gelen Spartakist grupları da gerçeğin masallaştırılmasına bir diğer örnek olur. Bakü'de kurulan Komünist Fırkası ile Ankara'daki Halk İştirakiyun aynı şey değildir. Ermeni Hınçakyan veya Rum örgütlerinin TKP'de özel bir yerleri yoktur.

“Adını kaptıkları TKP’nin tarihini bilmiyorlar daha.” Böyle diyor masalcı dede. Kendisinin başbakana hitap ettiği gibi yazarsam- Sayın Türkali 2001'de o adı alıp alanlara taşımasaydık da, Gorbaçovcuların likide ettiği haliyle bıraksaydık, daha mı mutlu olacaktınız? Belki de, TKP tarihe havale olduğunda masalı daha kolay yazılıyordur ve bilumum masalcı buna sıkılıyordur...

Küfür kimilerinin siyaset üslubunun vazgeçilmez unsuru olabilir. Küfürbazların “kalpazan marksist palavraları” türünden analizlerini takmayız biz. Sadece, o yaşta birinin “hocam bu söz sana yakışmıyor” diyecek dostu olmamasına üzülürüz. Daha geçen yıl, Vedat Bey’in, TKP'yi, çok sevip saydığı Hikmet Kıvılcımlı'nın etkin biçimde anılmasının koşulu olarak gördüğünü, yine geçen yıl bir kitap fuarında kendisine saygı sunup imzasını isteyen gençlerin büyük çoğunluğunun kimler olduğunu hatırlatmakla da uğraşmayız... Sadece seslenmek gelir elimizden: Hey! Kimse yok mu, Vedat Bey’i yalnızlıktan kurtaracak? Kimse yok mu, memleketin bu saygın edebiyatçısına, Kemal yoldaşımın Okuyan soyadından hareketle “Maval Okuyan” tekerlemesini uydurmanın hiç estetik olmadığını, yakışmadığını söyleyecek?

“... Çin'deki deneme bakalım nereye varacak... Vietnam sonunda Amerikan mali sermayesi ile ilişki kurmak zorunda kaldı... Egemen sınıflar, emirlerinde tutmaya çalıştıkları bilim-teknikle, uzayda sığınacak yerler arıyor. Bunlar bugün kurmaca olabilir. Yarının ne getireceği bilinmez...” türü sözler karşısında “ağabey bunların konumuzla pek alakası yok. İstersen yayınlamayalım” diyecek bir editör dostluğunu bile esirgeyecek misiniz Türkali'den? Belli ki, bunu biz yapamayız. Marksizmi, leninizmi, devrimciliği ve Kürtleri sahiplenmeyi bizden daha iyi bilenlere sesleniyorum...

Uykulu söyleşiden, masalcımızın olası Kürt bağımsızlığı hakkında şunları söyleyebileceği Kürt dostları olduğunu öğreniyoruz: “...olsa olsa bugünkü Barzani Talabanilerin kurduğu, Amerika maniplasyonu ile kotarılmış bağış devletler olabilir. Bunları yazdım da. Öyle de oldu. Barzani, 'Amerika bizden üs isterse bundan onur duyarız' demişti.” O dostlarının, Barzani'yle aralarında tatlı bir yaranmacı rekabet olduğunu itiraf edememelerini anlıyorum. Dost olmamamıza rağmen, ben söylemiş olayım: Türkali'nin Kürt dostlarını, kökleri Mahabad Cumhuriyeti’ne ve Sovyetler'de konukluk yıllarına uzanan Barzani çizgisinin kaderinden koruyacak bir ilkeleri, dünya görüşleri yoktur.

Ama ne çare ki, Türkali siyasette ayarsız bir Kürtçüdür: “Ülkemizde, bir türlü başarılamamış sağlıklı bir Kapitalist gelişimin bile olmazsa olmaz adımı 'toprak reformu', öyle görünüyor ki, o dağlarda vuruşanlarla birlikte gerçekleştirilecektir.”

Önce bir de Tayyip Erdoğan'a bakmaz mıydınız? Belki onun yapası vardır, toprak reformunu! Şaka gibi, değil mi... Toprak reformunu tartışmayacağım. Sadece herkesi uyuyor sanmasın diye yazıyorum...

Tarihi efsane ve masallardan kurtarmak gerekiyor. “Ben ordaydım” demekle olmuyor. Zira yukarda bahsi geçen Akaretler Kongresi ile aynı yıl Şeyh Sait isyanı patlak vermiş ve konumuzla ilgili olarak zurna orada zırt demiştir. Dinci, aşiretçi ve fonksiyonu itibariyle Sovyetler Birliği'nin nefes alma kanalı Türkiye'yi zayıf düşürecek bir ayaklanmayı, sol, enternasyonalizm adına desteklemeli midir? TKP desteklememiştir ve doğru yapmıştır. Bu sol tarihimizin Kürt başlığında hep doğru yaptığı anlamına ise gelmez.

Gerisi masaldır: “TKP yıllar boyu, 'Sovyet devlet politikasının izni ölçüsünde', Kemalizme karşı 'sınıfa karşı sınıf' kavgası yürüttü. Bu çizgi 1935’te Komintern’in 2. Dünya Savaşı öncesi yaptığı 5. Kongre’de alınan kararlara kadar sürdü.” Türkali Komintern'di, desantralizasyondu derken sürüyle yanlışı peş peşe sıralıyor. Genç kuşaklara ise kaynak niyetine, bakın ne öneriyor: “Ben 'Güven' romanımda, yıllarca uğraşıp ele geçirdiğim 'KOMİNTERN' belgelerini kullandım. Roman, hiçbir değişiklik yapılmaksızın tarihsel doğrulara dayandırılmıştır. Okurlarsa yararlanırlar.”

Madem hâlâ kimse çıkmıyor. Dost olmayışımı bir kenara bırakıyor ve ben sesleniyorum Vedat Türkali'ye:

Vedat ağabey, bu sözleriniz bilimle barışık olması gereken marksistlere yakışmıyor. Bırakın, genç devrimciler tarihi huzur içinde uykuya dalmak için değil, bugünü anlamak, yarını kurmak için öğrensinler. Gelin, etmeyin, masalı bir edebi tür olarak hak ettiği köşeye yerleştirelim. Masallarımıza yazık etmeyelim...