Laiklik mücadelesi ve ayar sorunları

Hassas bir konu olduğu açık. Yalnızca bizim için değil; Meclis başkanı sıfatını taşıyan dinci faşistin ayarı fena halde kaçırdığı da. Genellikle solcular eleştirilir ayarsızlıkla. İddiaya göre dinsizlik propagandası yaparmışız, inananlara saygısızlık edermişiz, falanmış filanmış…

Ateist olduğunu bildiğim birçok komünistin cenazesi camiden kaldırıldı, yetmedi. İnanmama özgürlüğünü pek kimse kullanmadı, yetmedi. Solun yobazlık eleştirisi gayet ortalamacı bir “gerçek islam bu değil” çizgisine çekildi, yine olmadı. Şu dinsizlik propagandası iddiasının, saygısızlık suçlamasının altından ne çıktığını uzun yıllar bilemedi sol.

Sonra anladık ki, yobaz takımı Ramazan’da bir şey yiyen, sigara içen birini görünce saygıda kusurla karşılaştığını falan düşünmüyormuş. Meğer çıkmış, dövecek, bıçaklayacak adam arıyorlarmış!

Hadi ateistin cenazesi camiye girmiş bir kere; imamın hakaretine, tehdidine maruz kalmak nasıl dinsizlik propagandasına gösterilen meşru tepki oluyor? Birkaç yıldır camiye gitmenin dine saygı için yetmediğini, gidip de namaza durmamanın ağır tahrik sayılacağını öğrendik! Yobazın kitabında vicdan özgürlüğü bulunmuyor. En fazla “o da bir insan” düşüyor payınıza…

Türkiye yalnızca yukarıdan dinselleşme basıncına maruz kalmadı. Büyük bir mühendislik marifetiyle toplumun dokularıyla oynamaya kalktılar.

Bir kere, bunu bizim AKP takımı asla kendi akıllarıyla beceremezdi. Bunların şefinin gençlik maceralarını hatırlayın. Gençlik dediysem, ergen demedim; adam belediye başkanı olmuştu, ilk işi yağmur duasına çıkmak oldu! Ara sıra hatırlanan eski videolardan birinde makyaj yapan kadına kaportası bozuk diyebilen bir kafa işte.

Hayır, mühendislik mahalle imamını aşar. Sadece de aşmaz. Mahalle imamlarının çoğu, mahalleliyle barış içinde yaşama gereğini hisseder ve kendisi esnerdi. Kalkıp da yirminci yüzyılın çocuklarına format atmaya cüret etmezdi. Giderek buna dönük bir istek de duymaz olur, dünyanın laik halini kabullenirdi.

Sözünü ettiğim mühendislik eylemi basbayağı sınıfsaldır ve gericiliğin akıl hocası da, bildiğimiz sermaye sınıfıdır. Bugünden bakıldığında AKP’nin ilk yıllarındaki “değişti mi – değişmedi mi” tartışmasının hakiki bir tartışma olmadığını anlamak zor olmuyor. Bu, burjuvazinin ve onun ana akım medyasının elinde, yobazların tehlikeli olmadıklarını topluma kabul ettirmenin aracıydı. Sonuç olarak kendi açtıkları tartışmayı kendileri “tehlike yok” diye bağlamışlardı.

Düzenin has unsuru olup da tehlikeden söz etmek yersiz bir hevese dönüştü birkaç yıl içinde. Paşaların çekmeye çalıştığı sınır çizgisinden ne olacak ki? Evren’in ayetlerle çıktığı miting kürsülerinin geleneğinden geliyorlardı.

Dahası ve en temeli, sosyal devleti gasp etmenin en iyi yolu hak kavramının yerine zekât, yurttaş kategorisinin yerine tebaa yazmak değil miydi? Mühendislik eylemi sınıfsaldır.

O da yetmezdi aslında. Çünkü Türkiye burjuvazisi gölgesinden korkar. Cüretin kaynağı ülkemizin dinselleştirilmesinin bir Amerikan-Avrupa ortak yapımı olmasında gizlidir. 2008 öncesinde akıtılan paralar olmasa kim zekât dağıtır, kim zekâttan pay alabileceği umuduna kapılırdı ki! Kim Türkiye toplumunun gururunu yeni-Osmanlı palavralarıyla okşatma imkânı sundu?

Namaza durmayanı aşağılayan imam, oruç tutmayanı bıçaklayan faşist, bu anlamda yerli malı değillerdir. Bunlar topraklarımıza yabancıdır. Aynı toprakları balçığa çevirmek için yol aldıkları doğrudur elbette. Ama ne kadar da çok yol aldıklarına bakıp kaçacak delik aramak mümkün olduğu gibi, bunca yatırımın sonucunda hala “biz de laikiz” demekten geri duramadıklarına bakıp “tutturamadılar” demek de.

Tutturamadılar ve tutturamayacaklar. Dünü Meclis başkanını düzeltmekle geçirmelerinden anlaşılıyor. Şeriat ayarı veremeyecekler Türkiye’ye.

Dinle mi kavgalıyız peki? Bu soruya, “derdimiz dini kamusal alandan dışarı davet etmektir” diye yanıt veriyoruz. Yeterli ve son derece tutarlı bir yanıttır bu. Siyasi mücadele için yeterlidir.

Ancak toplumumuzun dokuları üstünde oynanan alçak oyunun göğüslenmesi için, toplumun sokulduğu dinsel tartışma platformuna, yeri geldiğinde temas etmekten de ürkmemek gerekir. “Kahrolsun şeriat” sloganı mesela… Şeriat dincilere göre kutsaldır. Sıradan insan, hele yıllardır operasyona ve baskıya hedef seçilen sıradan insan bu kutsallık karşısında çoğunlukla suskun kalacaktır. Birilerinin çıkıp, inanıp inanmamanın bireyin vicdanına bırakılması, bu anlamda kamusal alanların dinden temizlenmesi için şeriatı tahtından indirmeleri de gerekir. Şeriat tanrısal değil toplumsaldır çünkü! Tanımı gereği, doğası gereği topluma dayatılan dinsel kurallar bütünüdür şeriat. Yani şeriat da sınıfsaldır!

Şeriata saygı laikliğin Anayasadan çıkarılmasını emreder. O halde laikliğin savunucuları eğilip bükülmeyecek, aslı şudur, gerçeği budur demeyecek ve “geçit yok” diye açacaklar pankartlarını.

Ve madem ki sınıfsaldır şeriat, yanıt da basbayağı sınıfsal olmak ve sermayeyle emperyalizmin şeriatının karşısına işçi sınıfı laisizmi çıkarılmak durumundadır.

AKP son tartışmada ayarı kaçırdı. Çoktandır atmadıkları geri adımları attılar. Bizim “ayarımız” ne kadar geri çekileceğimizin yanıtını vermeyecek. Tam tersine!

Saygısızlık etmeyelim. Etmeyiz zaten. Biz buralıyız ve biz emekçi halkız. Ensarcıların tecavüz ettiği çocuklar için “vermeseydi anaları babaları oraya” diyebilir miyiz? Desek buralı ve emekçi olmayı geçtim, insan olur muyuz?

Yobazlar ayarlayamaz. Biz insan olalım yeter…