Kurucu palavra

Milletçe, yani iktidarca ve muhalefetçe, 15 Temmuz’u kutlamış olduk. Hatta anlı şanlı Fethullahçılar bile taziye mesajı yayınladılar. Aralarında Hakan Şükür de vardı; hani şu dünya kupası sırasında TRT spikerlerinin adını telaffuz etmemek için büyük uğraşlar verdiği Hakan…

Yeri gelmişken; Mesut Odman buna değinmişti. Ben de bir ek yapayım. Üçüncülük maçının daha 4. dakikasında Meunier Belçika’nın ilk golünü atınca TRT spikeri bunun üçüncülük maçlarındaki en erken gollerden biri olduğunu söylemiş bulundu. Dilini şiddetle ısırdığını tahmin edebiliriz. Ama devamında üçüncülük maçlarının genellikle çok gollü geçtiğini hatırlatmasının hiç alemi yoktu doğrusu. 2002’de Türkiye’nin 3-2’lik galibiyetinin açılışını bildiğiniz Fetöcü Hakan Şükür yapmıştı…

Neyse, Türkiye milli futbol takımının bir dönemini tarihten siliyorsanız, bilelim.

15 Temmuz’u kutladı diye iktidara lafım olmaz. Adının anılması için dilekçe verenlere de sözüm yok. 

Ama gerisine olur. 

*    *    *

15 Temmuz Erdoğan’ın gerçek bir ihtiyacını karşıladı. Darbe denemesidir, başarısızdır ve karşıdevrimin fevkalade işine gelmiştir. 

Neydi Erdoğan’lı yılların özü? 

Bir: Laikliğin yıkılması ve teokrasiye dönüş. 

Laikliği Türkiye’de uygulanan eski tip devletli laisizm ve teokrasiyi de bir yönetim biçimi olarak kavrarsak, AKP bunları yıkmayı ve kurmayı becerdi. Ama toplumun dinselleştirilmesinin başarıldığını söylemek mümkün değildir ve bu nedenle siyasal yapı ve toplumsal yaşam da din kurallarına temelden bağlı hale gelememektedir. Bu işe toplumsal meşruiyet kazanılmadan nokta konamaz. Türkiye’nin çoğunluğu kendi tarihsel öyküsünün başlangıç anını Kurtuluş Savaşı ve 1923 Cumhuriyetinde görmeye devam ettiği sürece de konamayacak.

İki: Kamu hizmeti anlayışının yıkılması ve devletin bir piyasa bekçisine dönüştürülmesi. 

Türkiye’de özelleştirmeler esas itibariyle tamamlandı. Artık daha önce “meta” sayılmayan toprağın, kentin, köyün, denizin, dağın, havanın, suyun alınıp satılmasına geldik. Özelleştirmecilik üstüne 1990’larda çok güzelleme yazıldı; ama o sıra özelleştirmelerde hep patinaj yapıldı. AKP’li yıllarda özelleştirmeler tamamlandı ve satılmadık kamu malı kalmadı; ama bu sefer de özelleştirmelerin övülmesinin manası, uygulamanın meşrulaştırılma imkânı kalmadı! Eskiden laf çoktu, iş yoktu. Şimdi iş yapıldı, tamamlandı, ama bu işi savunacak laf üretilemez oldu.

Bu iki unsurun çok detayı var. Bütün sosyal hakları ve örgütlülükleri ellerinden sökülüp alınan emekçilere sabır, kadercilik ve cennet umudu verdiler. Yoksulluğa sabretmek, kaderine rıza göstermek ve cennet hayaline fit olmak, iyi pazarlıktı doğrusu! Artık yetti. Bunun dinin istismarından başka bir şey olmadığını, sadece AKP karşıtları falan değil, AKP yandaşları da biliyor artık. 

Piyasa çok verimliydi ve peygamber de “ticaret yapın” buyurmuştu. Ama 16 yılın ilk altısı dünya krizinin altında resmen ezildi gitti. Yani sıfırlandı. 

Şimdi o sıfırlamanın telafi edilmesinin üstünden yine aşağı yukarı o kadar bir süre geçti ve yine aynı şey olacak. Bu salak sistemde, yaratılan toplam ürün belirli periyotlarla düzenli olarak buharlaşıyor. Ünlü atasözünün değiştirilmiş haliyle “örgütsüz insan unutkandır”; ama o kadar da değil! Herkes biliyor. Herkes duanın kurtarmayacağını biliyor.

Dinselleşme de piyasalaşma da ahlaksızlık üretiyor. Bunu da herkes biliyor. İzmit’te “mini etekli kız otobüse kaza yaptırır” diye şikayetçi olan ahlaksıza hak veren kim varsa, kadına seks objesinden daha başka anlam yüklemeyen bir ahlaksızdır. 

*    *    *

15 Temmuz’a dönelim artık. 

Böyle bir toplumsal enkazı yöneten AKP ve Erdoğan, kendilerine kurucu bir hikâye yazamıyorlardı. Yolsuzluğun ortaya çıkacak, dış güçlere karşı direniş diyeceksin! 

Gezi’de çocukları, gençleri öldüreceksin, yine direniş! 

Suriye’de sefil olacaksın, bir daha direniş! 

Kimse yemez!

15 Temmuz buraya doğdu. En az darbeyle indirmek istediği taraf kadar şeriatçı ve piyasacı olduğu için vicdansızlıkta hiç aşağı kalmayan, bu sayede sokaklarda gözünü kırpmadan birkaç yüz kişiyi katleden darbeciler, AKP’nin ve Erdoğan’ın büyük şansıdır.

Mal bulmuş gibi üstüne atladılar ve bir kurucu öykü yaratmayı deniyorlar.  

*    *    *

Eninde sonunda, şeriatçı ve piyasacı bir kepazeliğe, ahlaksızlık ve yoksullukla sonuçlanan bir sürece kuruluş öyküsü yazılması gerekiyor…

Yazamazlar! 

Bu bir kuruluş değil, çözülüştür. Bu bir yaratı değil, yıkımdır. Bu bir devrim değil, karşıdevrimdir. Ahlaksızlığın, yoksulluğun, çözülüşün, yıkımın, karşıdevrimin efsanesi, kurucu öyküsü olmaz. 

Erdoğan ve ailesi de yoktan var etme kabiliyetine sahip değillerdir.

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet gerçektir, 15 Temmuz darbesinin yenilgiye uğratılması palavradır. Tekrar ediyorum, bugün iktidardakiler yoktan var edecek güçte değiller. Lakin, bugün muhalefettekiler bir kez daha ve bu kez yeni bir rejime kurucu öykü icat etmek üzere göreve koşmaktadırlar. Yenikapı’dan çıkıp iki yıl tur attıktan sonra destan durağına gelen Kılıçdaroğlu’ndan söz ediyorum. Damada “yüzüklerin efendisi” diye çakacak kadar hazırcevap, ama 15 Temmuz’un önünde hazır ola geçecek kadar uyumlu İnce’den söz ediyorum. OHAL’in kalkacağı sözünden ve af tartışmasından derin anlamlar çıkartmak için tefekküre yatan diğer muhaliflerden söz ediyorum. 

Çok söyledik bugüne kadar. AKP iktidarı kendisi çok güçlü olduğu için değil, örgütsüz halkın tepkisine AKP adına el koyan bir resmi muhalefet hep yanında yer aldığı için sürdürülebilmiştir. Bugün de eğer 15 Temmuz’dan bir kurucu efsane uydurulabilmesi, küçük bir ihtimal olarak bile mümkünse, yine onlar sayesindedir.

Önerim açık. 15 Temmuz’un darbe denemesi de, darbenin bastırılması biçimi de gayrimeşrudur. Fethullahçılar da Tayyipçiler de gayrimeşrudur. Fethullahçıları destekleyen dış güç ABD de, Tayyip’i destekleyen dış güç Rusya da gayrimeşrudur. OHAL de gayrimeşrudur, OHAL’in yerini alan başkanlık da. 15 Temmuz’da insanların üstüne ateş açan şeriatçı çeteler de gayrimeşrudur, Boğaz Köprüsünde askerlerin kafasını kesip köprüden atan şeriatçı çeteler de. 

Muhalefet mi edeceksiniz, 15 Temmuz’da tutunacak bir yer aramayın, kendinize yeni bir meşruiyet zemini inşa edin.

Çok uzağa gitmek gerekmiyor. Direnenler her yerde var; yeter ki azmış çokmuş diye değil, haklı mı haksız mı diye bakın. Görürsünüz direnenleri.