Küba 1962- Suriye 2013

Ortadoğu çok savaş gördü. İç çatışma dense de özü emperyalist saldırı olan Suriye savaşına, İsrail’in ara ara doğrudan dış müdahaleleri eşlik ediyor. Aynı İsrail, 2006 yazında Lübnan’dan püskürtülmüştü. Daha geride, hâlâ bombaların susmadığı Irak istilası var... Yakın geçmişin Libya’sı, 11 Eylül’ün ilk patlattığı Afganistan var.

Özetle ABD’nin hiç eksik olmadığı, diğer üyelerinin değişebildiği emperyalist koalisyon bizim bölgemizde sürekli savaşıyor.

Kimi yorumcular, bugünkü gerginliği 1962 Küba kriziyle karşılaştırıyorlar. Üçüncü dünya savaşının tam direkten döndüğü olaydır bu. Karşılaştırma bana da yerinde geliyor.

Dünya savaşı mı? Ama bugün ABD bir koalisyon bile kuramıyor!

Türkiye’de yalnız kalmış AKP hükümeti ve İsrail dışında goygoycu yok. Türkiye denince de Arınç’ı dinleyin: “Gücümüz yeterse gireriz.”, “kararı Obama verir.” Bu açıklamalar ve zavallılık ilanıdır. Diğer yandan Ergenekon’dan sonra TSK’nın yetenekleri çökmüş olmalıdır.

ABD Dışişleri Bakanı, arkasında protesto dövizleriyle verdiği son görüntülerde savaşın lider kadrosundan, iktidar sahibi bir alçaktan ziyade karizması çizik, kifayetsiz bir karikatür adamdır. Daha önce protestoculara boş gözlerle bakardı. Şimdi sanırsın arkasında olan bitenin farkında değil. Kerry’nin savaş ehliyeti değil düşünme kapasitesi tartışmalı.

Fransa Suriye’ye saldırma yeteneğinden yoksun olduğunu saklamıyor. Kışkırtıcılık bayrağını elinden düşürmeyen Britanya, iş ciddiye binince kaçtı...

Kaldı İsrail. Onlar hep hazır! Ama 2006’da bir devlet değil bir örgüt, Lübnan Hizbullah’ı tarafından püskürtülen bir İsrail’den söz ediyoruz.

Uzatmayalım bu, emperyalizmin savaş hazırlığı ve becerisi konusunda ciddi kuşkular duyuran bir tablodur. Gerçekten emperyalist savaş için diplomatik ve askeri hazırlıkların en az olgun olduğu bir durumla karşı karşıyayız.

Ancak 1962 benzetmesi ciddiye alınmalı. Az kalsın üçüncü dünya savaşı patlıyordu... Benzerliğe gelelim.

Son yılların çatışmalarının ortak özelliği, cephelerin birbirine karışmasıydı.

Irak’ta saldırı koalisyonu genişti, ama daha önemlisi Rusya’nın Saddam için parmağını kımıldatmayacağı, hatta tasfiyesinden memnuniyet duyacağı gerçeğiydi. İran, “İslam devrimi”ne Batı adına vekaleten saldıran Saddam’ın düşmesini olumluyor ve sonrasındaki denge oyunlarına hazırlanıyordu. Batı bloku da karışmıştı. 90’larda Ecevit, Amerikalılar Bağdat’ı izole etmeye çalışırken kalkıp Saddam’a gidiyor, 2003’te çoğunluğu Amerikancı Meclis Yanki’ye kapıları kapatıyordu.

Yugoslavya’da aynı şey olmuştu. Doğu Balkanların parça parça edilmesini sorun etmemişti. Çin’in Belgrad Büyükelçiliğine düşen NATO bombası bile bir iki özürle geçiştirildi.

Şimdi ise tablo hayli net. Ortada açık bir “karşı karşıya geliş”, konfrontasyon, karşılıklı saf tutma var. Emperyalistler gerçek anlamda blok. Aktif çatışmaya girme kararı bu nedenle ürkütücü geliyor herkese.

Karşı yakada, sadece Hizbullah değil, genel olarak Lübnan, Suriye’siz bir Ortadoğu’da var olamayacağını bilir. İran’ın, Suriye’de pazarlık alanı yok. Doğrudan çatışmaya girmekte mutlak isteksizlik gösteren Rusya’nın tek derdi Tartus üssü sanılmasın. Suriye’nin düşmesi Rusya’nın Ortadoğu’dan tasfiyesi anlamına gelir. Çin, asıl büyük hesaplaşmanın öncesinde, adım atmadığı takdirde etkisizleşecektir.

Dünya ortadan ikiye bölündü. Hatların karışık olması gerilimin toprak hattına boşaltılmasını sağlar. Şimdi büyük bir enerji birikti.

Bu durumun istisnası yeri belli olmakla birlikte farklı bir konum aradığı anlaşılan sinsi Almanya. Ama onun saati gelmedi daha.

Dünyanın net bölünmüşlüğü büyük savaşı yakına çekiyor.

Savaşa geçit verilmediği takdirde, barış cephesinin kazanımları da bir o kadar büyük olacak.