Krizin Telafisi

2008 dünya ekonomik krizinin son derece ağır bir tablo oluşturduğu açık. Bu krizin kaynakları üzerinde çok şey konuşuldu. Boyutları itibariyle olsa olsa 1929 ile karşılaştırılabileceğine itiraz eden de yok.

Burjuva iktisatçılar cenahı zaman zaman krizi hafife alan yorumlarla eğleşiyor olabilirler. Haksız değillerdir. Birkaç nedenle.

Örneğin egemen güçlerin ideologlarının öldük bittik dedikleri yerde krizin yıkıcılığının katlanacağı düşünülebilir. Sonra, bu tür değerlendirmeler yenilgi, başarısızlık ikrarı ve istifa gerekçesi olmalıdır. Öte yandan, bunlar dar görüşlülüğe mahkumdurlar ve gerçekten de o sabah dualarının kabul olunduğunu düşünerek yataktan kalkmış olabilirler.

Belki hepsinden daha önemlisi her kriz serveti yeniden paylaştırır. Sınıf kardeşlerinin veya yoksul halk kitlelerinin yok olan varlıklarını sessiz sedasız mülkiyetine geçirenler için krizin atlatıldığı düşüncesinin bir mantığı vardır. ABD'de krizin daha ilk sinyalleriyle beraber binlerce yoksul insanın zor bela, kredi borçlarıyla aldıkları evlerine el konduğu unutulmasın. Birkaç yıl sonra yeniden değerlenmesi olası bu mülkleri servetine ekleyenlerin krizden çıkış işaretlerini algılamaya daha yatkın olmaları normaldir. Üstelik devamındaki iflaslar ve elkoymalar ilk emlak dalgasını, belki de solda sıfır bırakacak boyutlar varmış olabilir.

Aynı tartışmalar Türkiye'de de yapıldı daha da yapılacak. Tekelci burjuvazinin yüksek kârlara devam ederken, krizi emekçileri daha da sıkıştırmak için kullandığı mahkeme kararıyla bile tescillendi. Krizden etkilenmemek, kriz döneminde atılım yapmak kimi patronlar için övünç vesilesi. Doğaldır ki, teğet geçme konusuna denk düşenler de bunlar. Solun ve aklı başında insanların Tayyip Erdoğan'ın sözlerindeki cehalet örtüsünün altında yatan çıkar ilişkisini gözden kaçırmamaları gerekir. Türkiye krizden en ağır etkilenen ülkeler listesinde ön sıralarda. Ancak bu etki nüfusa eşit dağılmıyor, bütün sistemin dengesizleşmesi ve riskin çok artması bir yana bırakılırsa, sermaye sınıfının kimi fraksiyonları, diğer herkesin aleyhine biriktirmeye devam ediyorlar.

Bu tabloda görece az tartışılan boyut, krizden son derece ağır biçimde etkilenen kesimlerin bu etkileri nasıl telafi ettikleridir. Dibe yuvarlanmak otomatik bir isyan mekanizmasını tetiklemez bunu biliyoruz. Ancak krizin en ağırından söz ederken, “buradan isyan çıkması zorunlu değildir”, dememiz de yetmez. Asıl açıklanması gereken isyan çıkma olasılığının nasıl telafi edildiğidir.

Gerçekten de, 2008-2009 kışında kimi sendikal çevrelerin hayli iradi zorlamalarıyla bağlantılı olarak gelişen direnişler dışında, işçi sınıfı cephesinde sessizlik hakim. İşsizlik büyük sıçramalarla gelişmekte ama buradan güçlü yeni eğilimler çıkmamaktadır.

Bu soru karşısında toplumsal ve ekonomik gerekçeler bulabiliriz. Ne bulursak bulalım, ben ideolojik ve siyasal gerekçelerin toplumsal ve ekonomik gerekçelerden daha güçlü olduklarını söyleyeceğim.

Bu tezin Marksistlerin ilkesel bakış açısıyla ne denli uyumlu olduğu tartışılmalıdır kuşkusuz. İdeoloji ve siyaset gibi üstyapı düzlemlerini toplumsal ve ekonomik temellerden büsbütün kopartmamak kaydıyla ve somut bir mekan ve belirli bir zamandan söz ederken, arada bir çelişki olmayacaktır.

AKP'nin dinsel ve milliyetçi ideolojilere sürekli başvurması, yine bu partinin tarikatlar dolayımıyla topluma belirli bir örgütlenme modeli önermekte oluşu, bana kalırsa, kritik önemdedir. AKP'nin oluşturduğu rant ağı geniştir geniş olmasına, ama bağımsız bir ekonomik/sınıfsal çıkar değişkeni anlamına geldiği kuşkuludur. Rant ağı ideolojik ve örgütlenmeyle ilgili boyutların ayrılmaz parçasıdır.

Başbakanın şu sözlerinin artık Türkiye'de genel doğru düzeyinde kabul görmesi de bu durumla ilgilidir: “Dini istismar etmek ne kadar yanlışsa, dinin toplumsal problemleri çözmede oynayabileceği sosyal rolü görmezden gelmek de o kadar yanlıştır.”

Burjuvazinin AKP tarafından terbiye veya tasfiye edilmekte olan diğer kesimlerinin zayıf noktası da, galiba büyük ölçüde burada. Krizin tetikleyebileceği dinamikleri massetme yeteneğini AKP tekeline almıştır. Böylece AKP toplumsal patlama tehdidini egemen güçler arası rekabette kendi cephaneliğine katmış ve ortaya ilginç bir alternatifsizlik durumu çıkmış bulunuyor.