Kökenlerin önemi

Şahap ağabeyin ardından etnik köken kurcalayanlara değinmiştim geçen hafta.

Yanlış anlaşılmasın etnik köken önemsiz değildir. Önemli olan buna ırkçı anlamlar yüklemekten kaçınmak, insanlara, kuşaklara kazandırdığı sosyal, kültürel avantajları veya dezavantajları algılayabilmektir. Bu yapılırsa komünistlerin, devrimcilerin kökenine ilişkin kimi veriler, kendimizi, tarihimizi, bugünümüzü, olanaklarımızı daha derinlemesine anlamanın ipuçlarını kazandırır bize.

İlk kuşak komünist kadrolar açısından Anadolu'nun verimli bir kaynak olmaması çok anlaşılır bir durumdur. Türk-Müslüman unsurun birbirine yabancılaşmış iki yüzü vardı. Birincisi yöneticiler, ikincisi köylüler. Kürdistan ise modernleşme ve kapitalizmle en geç tanışan bölgeydi.

Öte yandan Osmanlı devleti uzun süre İstanbul-Balkanlar merkezli bir yapı oluşturmuştu ve toplumsal ilişkilerin ileri öğeleri bu coğrafyada yoğunlaşmıştı. Üstelik Hıristiyan kültürü Aydınlanma öğelerinin sızmasına daha elverişli olmuş, toplumsal-siyasal muhafazakarlığın temel harcı ise Anadolu Aleviliğinin bastırılmasından sonra İslam'dan türetilmişti.

Olduğu kadarıyla Osmanlı sanayi devriminin merkezi ve kapitalist ilişkilerin gelişme alanı da Avrupa yakasıdır. Yunan Makedonyasının sanayi proletaryasına beşiklik etmesi, 19. yüzyılın devrimci ideolojilerine ve sınıf hareketine açıklığı gözönüne alındığında ilk kadroların o topraklardan çıkması olağanlaşır. Bu durum sosyalizme özgü de değildir. Burjuva devriminin vatanı da Balkanlar olmuştur.

Hal böyle olunca ilk kuşak sol, ya Osmanlı yönetici elitinin eğitimli çocuklarından ya da Makedonya-İstanbul entelijansiyasından çıkmıştır.

Aradan on yıllar geçer, medyatik veya kimlikçi merak güdüsüyle yaşayanlar Şefik Hüsnü'nün Yahudi dönmesi olduğunu keşfederler. Selanik'te bu nüfusun bir istisna olmadığı, mason örgütlenmesinin ise kimi coğrafyalarda ilericiliğe açılan uçlar veren bir dinamik olduğunu herhalde bilmediklerinden buldumcuk olurlar! Nâzım Hikmet Leh kökenli göçmen bir paşanın torunudur. Mihri Belli Edirne'de Yahudi okulunda okumuştur. Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu çok etnisiteli, çok dilli işçi sınıfının yuvasıdır. Buradan Bulgar, Yugoslav, Yunan marksistleri çıkmıştır. İstanbul'da ve diğer yerlerde cılız işçi sınıfının çoğunluğu gayrimüslimdir ve dolayısıyla bu kadro kaynağı da hayli renklidir.

İmparatorluğun dağılması ve emperyalist basınç, bu kozmopolit ve enternasyonalist tabloya yurtseverliği şırınga etti. Ama nasıl İttihatçıların millet inşasında, Yahudi Moiz Kohen namı diğer Munis Tekinalp ve Kürt Ziya Gökalp harcı karmışlarsa, bolşevik Türkiye yurtseverliği de Laza, Çerkeze, Ruma, Ermeniye açık bir platformdu. Elbette sosyalist platform burjuva platforma göre çok daha açık, kapsayıcıdır. Öyle ki, Türkiye'de burjuva cumhuriyet oturdukça Türk-Müslüman unsurun dışındakileri örtmeye veya bunları sembol niyetine kullanmaya yönelirken, komünist hareket gayrımüslim kökenli aydın ve emekçilerin siyasal örgütlenmeye katılmalarında anlamlı bir kanalı temsil etti. Bu kesimlerin siyasete katılım oranları hesaplanabilse -kuşkusuz kimlikleri örtülü Sabetaycılar hariç- solun pek de “millici sapma” taşımadığı görülecektir.

Sonra komünist harekette tütün işçisi damarının kendini göstermesi de rastlantı değildir. Yunan Makedonyasının kitlesel sektörlerinden biridir tütün ve nüfus değişiminin bir ürünü de, gelişkin bir emekçi hareketinden beslenen tütüncü çocuklarının Türkiye işçi sınıfına katılmalarıdır. Bu kadrolar TKP'nin kritik işçi damarlarından birini oluşturur. Vedat Türkali'nin Güven romanında bir cezaevi sahnesinde “parti benim” dedirttiği kişidir o tütün işçisi. Zehra Kosova'dır, Mustafa Özçelik'tir...

Sırf göç de eğil. Anadolu'da meslek erbabı Rum ve Ermeni nüfus, Türk ve Müslümanlara göre kapitalizmin işçisi olmaya daha yatkındır. Ermeni tehcirinden kurtulanlar düz çiftçi değil, nitelikli işçi olarak yaşamlarını kurarlar çoğunlukla...

Tükenmekte olan bu kökenler hemen yanı başımızdalar. Pek bilinmez birkaç ay önce yitirdiğimiz Birinci TİP'in kurucu genel başkanı Avni Erakalın'ın da annesi İstanbullu bir Rum'dur.

Solun 1920'li doğumunun kadroların kökenine ve kombinasyonlarına armağanı budur.

Solun ikinci doğumu diyebildiğimiz 1960'lar ise Kürt ve Alevi aydınlanmalarıyla bütünleşmiştir. Şimdi nasıl solun kadroları içinde bu kaynaklara sık sık rastgelmek şaşırtıcı olmuyorsa, sayıları giderek azalan kuşakta da gayrımüslim damarının geniş olması olağandır.

Kökenler, kimlikler, günümüzün yarı cahillerine bırakılmayacak kadar önemli.