Kızıl rota

Darbe girişiminden sonra bir “mavi dalga” yazısı yazmıştım: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/ucuncu-mavi-163571

Kabaca hatırlatmam gerekirse, Türkiye o kadar sağa gitmişti ki, 70’lerin ilk yarısında ve 80’lerin sonu-90’ların başında olduğu gibi, bir “üçüncü mavi”nin yükselip dengeleri yerli yerine oturtması yönünde maddi bir basıncın doğması, insan iradesinden bağımsız bir rüzgarın esmesi kaçınılmazdı. 

Lakin; evet siyaset maddi, nesnel yasalar üstünde, ama ille de insan eliyle yapılır. Maddi temellerin mutlaka insanla bütünleşmesi gerekir. Aynı yazıda işin bu bölümünün neredeyse imkansız göründüğüne de işaret etmiştim. Kılıçdaroğlu’nun Taksim deklarasyonunu hatırlayan var mı? CHP, Erdoğangillerin hangi OHAL istismarını düzelttirdi? Ya Vatan Partisi? TSK’nın Suriye’de emperyalizme karşı konum aldığına kim inanır? Lafı burada HDP’ye, Kürt hareketine hiç getirmeyeceğim. Bugünlerde ağır biçimde mağdur olduğu için değil; onlar Tayyipçilik kotasını çok daha önce doldurup taşırttıkları için, şimdi sürdürdükleri muhalefetin de etki şansı bulunmuyor.

15 Temmuz sonrasında Türkiye siyasetinin bir tür Kemalist Rönesans yaşaması; gerici çürümenin tasfiye edilmesi imkansız olsa bile, hafifletilmesi mümkündü. Türkiye’de devlet yönetiminin saçmalık derecesinde keyfi hale gelmesine son verilebilirdi.

Burjuva siyaseti tam anlamıyla yarış alanı olarak belirlediği için, benzer bir düzeltme emperyalizmle ilişkiler açısından beklenemezdi. Ama diğerleri pekala mümkündü. Gericilik-laiklik ve keyfi yönetim-hukuk devleti çelişkileri hafifletilebilirdi. AKP’ye “devam et” mesajını veren muhalefetin ta kendisi olmuştur. Bu başlıklara, daha doğrusu doz ayarlamasına emperyalizmin müdahale etmesi hiç gerekmez. Tersine, emperyalizmin Türkiye’den beklediği “yönetilebilir bir ülke” olmasıdır ve laiklik ile hukuksallık takviye edilmezse istikamet kaostu. Yine bu başlıklara büyük sermaye de müdahale etmez. Ülke nasıl konfora dönecekse öyle dönsün derler…

Elbette emperyalizmin ve sermayenin hukuk ve laiklik konusunda tezleri ve eğilimleri var. Tez, hukuksal prosedürlerin zaman kaybı ve yük oluşturması durumunda diktatoryel önlemlerin alınması gerektiği; ve kitlelerin dinci gericilik altında daha kolay yönetilecekleridir. Ama bu tezlerden yalnızca bir eğilim çıkar. Mesele siyaset kertesinde bağlanır.

Bu noktada burjuva muhalefetin sorumluluğunun AKP’den daha fazla olduğu da söylenmelidir. Hükümet, laiklikti, Atatürk’e dönüştü gibi başlıklarda tavize hazır olduğunu baştan açıkça dışa vurdu. Ama baktı ki, zorlayan, takip eden, sıkıştıran çıkmıyor; ayağını frenden çekti. Düzen içi muhalefet aptal olduğundan böyle yapmadı. AKP kapitalizmin çıkarı için pervasızca OHAL istismarına başvururken, muhalefet emperyalizm ve sermayenin yararını daha az düşünüyormuş gibi görünemezdi!

Durum bu kadar basittir ve düzen siyasetinin muhalefet alanı bu anlamda tamamen boşalmıştır. CHP’ye kamudaki tasfiyelere “ona değmiş, öbürüne değmemiş” türünden tuhaf bir tashihçilik kalmış görünüyor. Muhalif medya da hangi yetkilinin daha önce Gülencilik yaptığını teşhir etmekle yetiniyor. İki cephede de şu ana kadar kayda değer herhangi bir sonuç alınmadı. Muhtemelen sesin daha yüksek çıkmasına, muhalefetin kendi içindeki Fethullahçı varlığı da engel oluşturuyordur. 

Peki, siyaset alanında hal böyle diye, Türkiye’nin laiklik ve hukuksallık gereksinimi tükenir mi? Emperyalizm kitlelerin zihninde aklanır mı?

Hiç öyle olmuyor, olmayacak. Başlarken ve daha önce söylemeye çalıştığım gibi bu boşluklar maddi ve nesneldir. Sözünü ettiğim alana sadece düzen dışı sol gözünü dikiyor. Sadece biz oraya bakıyoruz. Sadece bizim cesur davranmak için öznel olanaklarımız var. Sadece biz tutarlı ve ikna edici olabiliriz. Çünkü cesaret de tutarlılık da her şeyden önce sınıfsal bakmayı gerektiriyor.

Türkiye sağın dibini gördükten sonra işçi sınıfına dayanan bir devrimci hareket için yeniden verim vaat ediyor. Tamam, bu imkanı “dalga” diyerek abartmayalım; ama Türkiye’ye bir kızıl rota çizmek pekala mümkündür.