Kırılma Noktası

Eksen terimi uygun mu bilmem ama 2010 mayıs-haziran ayları Türkiye için yeni bir kırılma noktasını temsil ediyor. Bu iş ciddiye alınmalıdır, çünkü kırılma pek öyle geçici, arızi görünmediği gibi tek boyutlu, tek kaynaklı da değil. Eksen kayması kavramlaştırması, teoride kapitalist Türkiye'nin temel sürekliliklerini ihmal etme riskini taşıyor. Pratikte ise batı ile gelenekselleşmiş emperyalist bağımlılık ilişkisinin savunusuna denk geliyor, olabilir. Solun “aman kırılmasın” kaygısını paylaşacak hali yok herhalde...

AKP'ye karşı dinamikler, daha önceleri ya parçalı olmuş ya da manipülatif yönü ağırlık taşımıştı. Parçalı derken ne kast ediyorum? Örneğin Cumhuriyet mitingleri sırasında Kemalizme ne sağından -örneğin faşist hareket veya emperyalizm tarafından- teveccüh gösterilmiş, ne de solundan anlamlı bir katkı gelmişti. Hatta CHP bile söz konusu dinamiği siyasette temsil etmeye yanaşmamıştı! Arada başka AKP karşıtı hareketlerin, örneğin işçi hareketinin de yalnız kaldığı söylenebilir.

Manipülatif yön için de iki örnek vereyim. 1 Mart 2003, Tezkere krizi ve bunu izleyen yanki çuvalı, AKP'yi belli açılardan zora koşmuş olsa da, ABD tarafından Türkiye'de emperyalizm yanlısı/yeni-Osmanlıcı bir dönüşümü hızlandırmak için değerlendirilmiştir. AKP'nin sanal muhtıra veya Anayasa Mahkemesinde kapatma davası ile sıkıştırılması da, neredeyse göstere göstere, hükümet partisini güçlendirmişti. Komplocu bir mantığa düşmeksizin, söz konusu eylemlerin AKP'ye karşı olmak yerine ilginç mühendislik tasarımları olarak görülmeleri mümkündür!

Bugün ise kırılmanın hem dışarda birden fazla kaynağı vardır, hem içerde.

Kriz somut ekonomik veriler açısından teğet geçmedi. Ancak Erdoğan, teğet teorisinde saçma bir demagojinin dışında, krizin siyasal sonuçlarını kontrol altında tuttuğu gerçeğini kast ediyorsa, bir yere kadar haklı sayılır. Lakin artık, yaşanan iniş çıkışlarla uluslararası kriz arasında bazı bağlantıların kurulmasına elverecek bir zemin oluşmuştur. Özet bir tez şu olabilir: Emperyalizm Türkiye ölçeğinde bir ülkenin çöküşünün cehennemin kapısının ardına kadar açılması anlamına geleceğini bilerek önlem almıştır ama ölmesine izin vermemek, durmadan kaynak aktarılacağı, destek olunacağı anlamına gelmez.

Sonra bu ölçekte her kriz, sonrası için bir büyük hesaplaşma vaat eder. AKP'li Türkiye bu hesaplaşmanın cazibesine kapılmış ve burun büyümesi hali emperyalizm tarafından kendini bilmezlik olarak algılanmış, hoş görülmemiştir.

AB'nin uluslararası emperyalist kartel olarak kendini yapılandırma girişimleri başarısızlığa uğradığı ölçüde, Türkiye için AB değerini yitirdi. Ankara'nın AB içindeki Amerikan Truva atı olma seçeneği bile çökerken, Yeni-Osmanlıcılığı aslında -Türkiye kapitalizminin daha genel bir düzleminden bakıldığında- bir zorunluluk ve çaresizlik olarak düşünebiliriz. Buradan denge, bir Osmanlı barışı falan değil, kontrolü hayli güç riskler çıkmaktadır. Türkiye devlet olarak, kurumsal olarak, gelenekleri itibariyle hazırlıksız girmiştir bu zor sürece. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi bu boşlukları kapatmaya yetmez.

Amerikan Ortadoğu'sunda en önemli unsurlardan biri olan Kürt başlığında da Türkiye, emperyalizmin genişleyen hareket alanına zaman zaman, ister istemez köstek olmaktadır. Ankara-Diyarbakır hattı ne Amerikan projesine cuk oturur hale geliyor, ne de Erbil-Bağdat karşısında önemsizleşiyor.

Özetle AKP işbirlikçiliğine bağlanan büyük dönüşüm programı yol almakla birlikte, kriz dinamiklerini de beslemektedir. Öyle ki, son günlerde, Türkiye için de “arkadan itme” teorisinin açıklayıcı olduğu çeşitli yorumcular tarafından dile getirilmeye başlandı. Çarpıcı ve yakın örneği Saddam'ın Kuveyt'e saldırması için ABD tarafından kışkırtılmasıdır, bu teorinin. Washington, şimdi de, Ankara'ya, doğu açılımlarında inisiyatif alması için icazet verirken, bir yandan da sopasını hazırlamışa benziyor. Davutoğlu'nun “kazıklandık” anlamına gelen kimi ifadeleri bu çerçevede yorumlanabilir.

İçerde ise artık var olduğunu söyleyebildiğimiz işçi hareketi, daha geniş toplumsal hayal kırıklıkları, solun AKP'ye yedeklenememesi, kitlesel 1 Mayıs, keyfiliğe karşı halk alerjisi, demokratik açılımdan sadece laf çıkması, CHP'nin önünün açılması gibi, bu hafta ancak gelişi güzel birkaç başlık sayabildiğim farklı kaynaklar var. Hepsi birden AKP'nin öncülüğündeki dönüşümü “kırıyor”.

Düşünün Alevi hareketi, birkaç ay önce solu AKP'ye yedeklemeye dönük son denemenin en kitlesel parçası olarak öne çıkıyordu. Şimdi önde gelen bir ismin, Fevzi Gümüş'ün şu sözlerine bakın: “Ergenekon ülkede kaos yaratmak için toplumun belli kesimlerinin öne çıkmış insanlarına yönelik suikast eylemleri yaparak halkı galeyana getirebilir, bu ihtimal vardır. Bu ihtimal yüzde elli kadarsa bir ikinci ihtimal daha vardır. AKP, toplumun önemli bir kesimini oluşturan Alevilerin, Ergenekon’un karşısında duracaklarına yanlarında durması için böyle bir kurgu da yapmış olabilir.” Alevi topluluğunun ortalama yaklaşımına denk düşüyor bu sözler.

AKP yüz yüze bulunduğu siyasal sıkışma karşısında hem ısrarcı hem uzlaşmacı önlemler geliştirebilir. Esas doğrultusu ise gaza basmak olmak zorunda. Çünkü ortalamacılığa çekilen bir AKP çöker.

O halde dengesizliğe devam. Türkiye kısa vadede ne Yeni-Osmanlıcılıkta derinleşebilir ne de Soğuk Savaş tipi bağımlılık statükosuna geri dönülür. Bu tablo sol için elverişlidir.