Kimin İşi Zor?

Dış faktörsüz veya emperyalizmin desteğini yanında bulamayan AKP'nin ne hale geleceğini anlatan bir filmin fragmanlarını izledik sanki. Şimdi ana akımı temsil eden yorumcular, bu kadarının yeterli olduğunu, sıranın yakın zamanda Türk-Amerikan ilişkilerinin yeniden düzelmesine geleceğini söylüyorlar.

AKP'nin işi zor. Hem mesajı aldığını, terbiye olduğunu göstermek, hem de kuyruğu dik tutmak durumunda. Seçmen tabanını mümkün olduğunca gözeten bu denge politikası bile ABD için fazla. Büyük birader AKP'nin ayağının altındaki zeminin belli ölçülerde zayıflamasından yana olduğunu açıkça ortaya koymuş bulunuyor.

AKP'nin işi zor da, CHP'ninki kolay mı?

Düşünün, Erdoğan'ın sadece ekonomi politikası mıydı yazılı olan? Onu biliyoruz Dünya Bankası ve IMF çatıyı kuruyor, detayları da birlikte yazıyorsunuz. Devamında ise... özelleştirmelerin sonuçlarını karşılamak için hem baskıya hem dinselleşmeye gereksinim vardı. O halde tarikatlar sivil toplum kuruluşuydu, din ile demokrasi arasında bütünlük kurulacaktı. Bu dizge böylece gidiyor ve emperyalizmin tekil toplumların iç yaşantısında geçmiş dönemlere göre çok daha etkin hale gelmesiyle tutarlı olarak, dış politika belki de en incelikli mühendislik çalışmasına sahne oluyordu. Hele bir kez 2003 işgal-tezkere badiresi atlatıldıktan sonra Türkiye'nin dış politikası, az bulunur ve muz cumhuriyetlerine yakışır bir işbirlikçilik pratiği içinde neredeyse adım adım tasarlanmıştır.

AKP'nin politik cesaret ve yaratıcılığı bu kapsam içinde tanımlanmalıdır. Erdoğan'ın liderlik yetenekleri de öyle. Bu parti cesur, yaratıcı bir profil çizmiş, Erdoğan ise 20. yüzyıl Türkiye'sinin üçüncü kuşak politik liderliğinin en yetkin örneğini sunmuştur. Ama hazır şablonları uygulama yetkinliğidir bu! Kurucu kuşakla da, burjuvazinin gelişmesinin ürünü sayılabilecek Demirel-Ecevit kuşağıyla da karşılaştırılmamalı, karıştırılmamalıdır.

Kılıçdaroğlu ve CHP'nin şablonu var mı, peki?

Bu sorunun yanıtı mekanik bir kurguyla verilemez. Yerli ve uluslararası egemen güçler siyasal alana piyonları yürütmek biçiminde müdahale etmezler. İlişki çok daha karmaşıktır ve AKP'nin gördüğü ve yukarıda kısaca özetlenen destek, Türkiye için tipik değildir. Bir bakıma 2000'lerin ilk on yılında ülkemizin sanayisizleştirilmesi, ekonomisinin devletsizleştirilmesi, savunmasının büsbütün bağımlılaştırılması, belediye altyapısının çökertilmesi, üniversitelerinin ilahiyatlaştırılması vb süreç, AKP tipi işbirlikçiliğe uygun bir “muz cumhuriyeti” zemininin inşası olarak da yorumlanabilir. AKP'li yıllar Türkiye'nin önceleri düşünülmesi zor yeni tip bağımlılığını mümkün hale getiren bir yıkım ve yağmaya sahne oldu.

Dönüşümün içerde kırılmalar yaratması kaçınılmazdı. Öyle ki, bugün ülkede genel veya bize özgü sınıf-siyasetçi geriliminin ötesinde bir tablo var: Neredeyse geleneksel büyük sermaye hükümetle ilişkilerinde muhalefete yerleşmiştir. Kurucu kurum TSK ite kaka değiştirilmektedir. Kuruluşun değilse de kapitalizmin gelişmesinin ürünü olan yargı, üniversite gibi temel kurumlar ya muhalefete ya değişime zorlanmaktadır. En önemlilerinden biri, cumhuriyetin ulus-devlet konsepti çökmüştür... Ve bunlar cumhuriyet için tipik değildir.

İyi de Cumhuriyet Halk Partisi böyle bir dönemde politik koordinatlarını nasıl tanımlayacaktır? Kılıçdaroğlu'nun gündelik pratiğine baktığında açılımcılık ve iktidar perspektifi görenler memnun ve tatmin olabilirler. “İkinci Cumhuriyet” HP'si dediğim bu parti artık ilkeci, skolastik değil açılımcıdır. Baykal'ın 1995'te CHP'yi DYP koalisyonundan çekmesi ile açtığı uzun süreli savunmacı stratejinin yerini seçim kampanyası dozunda bir çalışma aldı. Bunlar geniş kesimlere yetebilir. Ama siyaset bundan ibaret değildir.

Yeni CHP bir gün “Kürt sorunu silahla çözülmez” diyerek radikal reformculukta AKP'yi sollamakta, ertesi hafta genelkurmay başkanıyla cephede randevulaşmakta. Bu CHP geleneksel laisizmden nerede farklılaşır, bilen var mı? Kamusal alan-türban tartışmasına nasıl yaklaşmaktadır? Ankara'nın batıyla ilişkileri yıpratmasını mı eleştirmekte ve dolayısıyla Büyük Ortadoğu Projesinin ıslahına mı aday olmaktadır, yoksa İsrail ve ABD'yle yakınlaşmanın karşısına bölgesinde özerk hareket alanı arayan görece bağımsızlıkçı bir Türkiye'yle mi çıkmayı öngörmektedir? Madenlerde, belediyelerde veya başka yerde taşeron sistemine karşı mıdır, değil midir?

Kılıçdaroğlu daha çok uzatabileceğimiz bu listenin içinde gündelik, pragmatik, sistematikleştirilmesi olanaksız reflekslerle hareket ediyor. AKP muhalifi CHP, karşıtının işini kolaylaştıran şablon desteğinden mahrumdur. Bu CHP, sanki bütün seçenekleri işaretlerse arada doğruyu bulacağını zanneden şaşkın bir öğrencidir...

Lakin kişi ya Dersimli Zaza olabilir ya da Türkmen boyundan gelir. Bu ikisini kişiliğinde bütünleştirmek maddeten mümkün değildir!

AKP'nin işi gerçekten zor. Ama CHP'ninki, en azından, daha kolay değil. Üstelik henüz kimse CHP'ye 1 Mart tezkeresine koyduğu taşı hatırlatıp değiştin-değişmedin işkencesi yapmadı!

Son bir not düşerek bitiriyorum. Düzen partilerinin işi zor deyince, solun göreli yolu açılmış olmaz. Bu yazının bu tür bir ima maksadı bulunmuyor. Peki sol için ne diyebiliriz diye soran olursa, Belçika Emek Partisi Başkanı Peter Mertens'in soL'da dün yayınlanan söyleşisinin başlığına bakılabilir: “Kendi özgücümüzle...”