Kim olsun?

Cumhurbaşkanlığı tartışması uzun sürmeyecek. Bu iş ilçe seçim kuruluna son dakikada evrak yetiştirmeye benzemez. Yerel seçim başvurularında evrakların yolda değiştirildiğine bile rastlandı... Şimdi olmaz.

Konu Mayıs ayının gündemidir. Haziran’da iş bağlanır.

Muhalefet bu gündemin neresinde?

Önce “belki Erdoğan aday olmaz...” diye başlandı. Olurdu olmazdı, o geride kaldı. Belki saksı düşmesi misali bir gelişme olur ve tablo değişir. İnsanlık hali...

Ama fal bakmayacaksak, biz olayların mantığına, siyasal gelişmelerin belirleyici dinamiklerine, nedenselliklere bakmak durumundayız.

Oralardan açıkça görülecektir ki, Erdoğan’ın Çankaya hedefi akıldışı bir sevda, saplantılı bir aşk değildir. Son derece tutarlıdır.

İkinci Cumhuriyet, olsa olsa bir Tayyip ısrarı biçiminde yol alabilirdi. Öyle de oldu. “Normal” bir ortamda Türkiye’de kimse şu son yıllarda tanık olduğumuz değişimleri hayata geçirebilir miydi, geçirmeye kalkar mıydı?

Risk almaları, keyfi davranmanın dibine vurmaları, olayı kişiselleştirmeleri gerekiyordu. Tam onu yaptı. Tam onu yaptılar.

Ortaya öyle bir mekanizma çıktı ki, geri adım veya duralama yıkım demek olur.

O yüzden Taksim’den vazgeçemiyorlar. “İyi peki, lanet olsun, kabul...” deseler ve gündemi kaydırıverseler İstanbul’un başka bir simgesel köşesine... Hayır, yapamazlar. Taksim’den gerilemeye başlayanın tepesine ülke çöker. İlle de Topçu Kışlası!

Haklılar. Çünkü AKP’yi gerileten halkın cesaretleneceğini biliyorlar. Çünkü hayata geçirdikleri dönüşüm bir suç yığını. Taksim’e AVM ile Roboski, Reyhanlı ile ayakkabı kutuları, “babacım”la ölü çocuklar hep birbirine bağlı. Çorap söküğü gibi gider.

“Belki de aday olmaz...” Bu olasılık gerçekçi değildir.

Erdoğan’ın adaylık yolunu bloke etmek ancak hakiki bir mücadelenin ürünü olabilirdi.

Adaylık başvurusu teknik bir işlem değil, bir meşruiyet mücadelesidir.

Bugünün dondurulmuş fotoğraf karesinde Erdoğan cumhurbaşkanı adayıdır. Kimse buna gayrimeşru demezse, adaylık kesinleşir.

Ne yapacak muhalefet?

Soru “karşısına kim çıkacak” mı? Madem bir köşedeki boksör belli..

Sorun böyle konduğunda, benim iddiam yıkımın kaçınılmaz olacağı.

Türkiye tarihinin en gayrimeşru siyasi figürünü, Çankaya yolunun ilk adayı olarak tescilleyen ve onu yenecek rakip arayışına çıkan bir yaklaşım maça yenik çıkmak anlamına gelir.

Erdoğan, İkinci Cumhuriyet rezaletinin “tek adamı”dır. Bu durum aynı zamanda İkinci Cumhuriyet’in hep bir kriz rejimi olacağı anlamına gelir.

Anayasa’nın 76. maddesi “Zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler” diyor.
Halkla dalga geçmesin kimse!

Suçluları dokunulmazlık zırhıyla koruyan, aklı başında herkes için açık olan suçların soruşturulmasına olanak tanımayan bir Meclisimiz var! Erdoğan ve onun temsil ettiği yapı önce hesap vermelidir.

TBMM, bu yolu iki türlü açabilir.

Bir: Suçlananların dokunulmazlığını kaldırır. Bu doğrultuda adım atan herhangi bir siyasi parti, halkın yarısının sevgilisi haline gelir. Diğer yarısı ise, ki son seçimde “evet hırsız ama iyi çalışıyor” demişti. Başlarını öne eğerler!

İkinci yol, birincinin doğal devamıdır. Meclis’in çoğunluğu “hırsız ama benim hırsızım” diyeceği için sonuca varamayan girişim karşısında, o çatı terk edilir, olur biter. Terk edilmiş Meclis, Cumhurbaşkanlığı’na aday falan gösteremez.

Erdoğan’ı kim yener diye uğraşmaktan daha gerçekçi yollardır bunlar.

“Bunları Meclis’te yapacak parti yok ki” mi diyorsunuz?

İyi de, biz Haziran’ı Meclis’te mi yaptık?