Kim korkar…

Korkusuzluk edebiyatı değil, tamamen politik bir önerme ve onun çağrısı anlamında “korkmayın!”

AKP’yi, AKP’nin memlekete yaptıklarını ciddiye almamak olur mu? Olmaz elbette. Ama Erdoğan’ın temsil ettiği gücü asla abartmayın. Bana sorarsanız, gelin hafife alalım, dalga geçelim!

Yarattıkları dehşet ortamını, icra ettikleri vahşeti görmezden gelmekten söz etmiyorum. Türkiye’de seri cinayetler işlenmiyor, dizi dizi katliam örgütleniyor! Kürt coğrafyasında, fabrikalarda, madenlerde, kadının olduğu her mekanda!

Bunlar en çarpıcıları. “Yeni Türkiye”nin öldürücü olduğu mutlak bir doğru. Bunlar ciddi. Ama bunların arkasında baş edilmez bir gücün bulunduğu doğru değil! Bu, ciddiye alınacak bir şey değil.

Bir kere saldırganlığın manası güçsüzlüğün dibine yuvarlanmış olmalarıdır. Düşünün, varoluşlarının tartışmaya açılmasına tahammülleri yok. Gerçeklerin Erdoğan’dan daha güçlü olamayacağı yolundan gidip dava açmak isteyen savcıları var. Bunu yapmakla sadece adalet kavramını değil, hukukun her türünü ve dahası kendilerini inkar ettiklerinin farkına varmıyor olamazlar. Ya da Almanya’da basın özgürlüğünün olmadığını kanıtladığını sanan zavallı televizyoncular… İstanbul’da sağda solda, vapurda istasyonda eli tetikte özel timler geziyor artık. Bombacı ihbarlarının önceden bilindiği bir ülkede bu görüntülerin güvenlik değil bizzat terör amaçlı sergilendiği bellidir. Devletin güvenlik fonksiyonu kendi kendini imha etmiştir.

İktidarı sürdürmek isteyenler aslında birer hukukçu, birer iktisatçı, birer gazeteci olarak kendilerini inkar ediyorlar veya Erdoğan’ın uzuvlarına dönüşüyorlar. Erdoğan artık bir insan değil. Korkutucu bir unsur olarak hologramını yapmıştı ya bir keresinde, öyle bir şey! Varlıklarını sürdürmeleri olanaksız. Erdoğan’ı, rejimin en kritik simgesini aklamak için kendilerini yok ediyorlar.

Diyorum ki, bu saçmalıktan korkulamaz! Kötülüklerinin bir sonu olabileceği için değil. Tam tersine, yarattıkları örgütlü kötülük hali insana geçit vermediği için yok olmaya mahkum hale geldiğinden.

Ya iktidar ya hapishane, AKP’nin karşı karşıya bulunduğu ikilemdi. Bu geçerlidir, ancak artık durumu açıklamaya yetmemektedir. Bunların iktidarsız var olamayacakları içindir ki, iktidarlarının inandırıcılığı kalmamaktadır. Erdoğan ve arkadaşları akla hayale gelmeyecek bir pervasızlık ve acımasızlıkla saldırıyor olabilirler. Ama bu saldırganlığın baskılama yeteneği sıfırlanmak üzeredir. Korkmama çağrısı baskıcı tüm önlemleri boşa düşürme çağrısıdır.

Biz veya başkaları -halk, emekçiler, gençler, kadınlar ya da- çok cesur olduğumuzdan değil. Bir rejim düşünün artık bütün ve tek yatırımını tek bir kişiye yapacak hale gelmiş. Saçma, meczupça…

Beterin beteri vardır deriz ya, vardır ama, belirli koşullar altında… Türkiye’nin koşullarında beterin beteri korkmak ve havale etmek sayesinde gerçeklik kazanabilir.

“Anayasa Mahkemesini, kendi koyduğum yasaları… tanımıyorum” diyene “biz de senin zorunlu din dersini tanımıyoruz” demekten korkulmaz. Alman televizyoncuyu yargılamaya kalkanın bizi vurma isteğiyle yanıp tutuşması çok anlaşılır bir durumdur, ama bu hal onun ölesiye korktuğunun kanıtı değil midir? Her satırda, her sözcükte hakaret koklayana hakaret saydığı her eleştiri olabilecek en yüksek perdeden savrulmalıdır. Aslında korkudan ölen ta kendisidir! Bombalarla eve tıkılmayı, sabaha karşı evim basılır diye susmayı kabul edenler az değildir, ama bu diktatörün korkusunu gidermemektedir. Artık frene basamaz, duramaz. Huysuz emekli apartman yöneticisi gibi gerici müttefiklerine aidat fırçası atmak zorundadır…

Çözüm havale edilemez. Emperyalistler savaş suçlarını da, yolsuzlukları da bilirler, ama onlar için aslolan koz toplamaktır, hesap sormak değil. Hırsızlık da, katillik de gayet iyi bilinir, Erdoğan’ın eski dostlarınca. Ama kendi paylarını örtmek için Erdoğan’ınkilerin etrafından dolanmak zorundadırlar. Halkın, davasını bırakacağı bir başka divan yoktur! Koç’un ardından ağıt yakanlara hak ettikleri yanıtı, ölenden çok daha kahraman sayılan, ailenin genç üyesi sermayenin AKP’ye şükranlarını sunarak vermiş olmalıdır. Kimisi Doğan medyanın yayıncılığına, kimisi askerin sopasına bel bağladı yıllarca. Hepsi boştur ve hesaplaşma halkın işidir. O halka, çocukları hakkında “bir kereden bir şey olmaz” denmiştir çünkü.

O kadar korkunçlar ki, korkutma yetenekleri tükenmek üzere. Bana sorarsanız tükendi. O kadar karanlıklar ki, kendi gözlerini kör ettiler.

Biz karanlığa meydan okuyoruz. 17 Nisan’da, bu Pazar. İstanbul’da, Bostancı’da.