Kim kazanır?

Birkaç ay önce burada AKP Antakya'yı kaybetti diye yazmıştım. Antakya'yı belli ölçülerde bilerek ama İstanbul'dan yazılan satırlardı bunlar.

Şimdi -birkaç gündür- Antakya'nın içinden burayı kimin kazanacağını tartışmamız lazım. Zira AKP'nin bu kafayla Antakya'yı kazanamayacağı açıkça belli olsa da, sonrasının ne olacağını söylemek o kadar kolay değil.

AKP kaybetti. Savaşın kent ekonomisine vurduğu darbeyle kaybetti. Bu kaybı paralı tarikatçı askerlerin harcamalarıyla kapatmak imkansızdır. İle yayılan gerici çeteleri paralı turistlerle karşılaştırmanın alemi yok.

AKP kentin çok övündüğü huzurun yerine kabus gibi bir gerilimi geçirdiğinde kaybetti. Sözü edilen huzurun, öyle tamamen kültürlerin iç içe girmesinden, hoşgörü geleneğinden ve başka pozitif öğelerden oluştuğu olsa olsa bir masaldır. Türkiye dincileştirilirken, hayat emekçiler için zorlaşırken, yoksulluk derinleşirken, yoksullara sadaka dayatılırken... ülkenin herhangi bir köşesinde “biz mutluyduk, huzurluyduk” demek çok eksik bir doğru olacaktır. Ama Antakya'da böyle bir övüncün kısmi de olsa haklı temelleri vardı ve bu hükümetin savaş politikalarıyla ağır bir sarsıntıya uğradı.

AKP Alevi düşmanlığında kaybetti. Zira bu kentte kurulmuş dengenin içinden Arap Aleviliğinin veya Nusayriliğin çıkartılması maddi olarak imkansızdır. Oysa AKP'nin hem ülke genelindeki düzenine hem de Hatay ilinin üstüne çöken savaş politikalarına eşlik eden perspektif, Aleviliğin asimile edilmesi, olmadı mezhepleştirilmesi, o da olmazsa baskılanmasıdır.

AKP Suriye düşmanlığında da kaybetti. Etnik bağları, sınır dinlemeyen ortak kültürü, sınırın iki tarafını da besleyen ticari ilişkileri neredeyse yok eden Suriye düşmanlığının Hatay'da kitleler tarafından anlamlandırılması mümkün değildir.

AKP yüzeysel bir bakışla saçmalık olarak algılanacak bütün bu “hataları” yapmıştır. AKP bunları ne Davutoğlu'nun teorileri, ne Erdoğan'ın saplantıları yüzünden yaptı. Hükümetin bir coğrafyayı kaybetmesine varan çizgisinin kaynağı, İkinci Cumhuriyetin mantığında gizliydi.

Bu düzen ABD emperyalizmine en iyi hizmet madalyasını hak etmeden yaşayamazdı. Yine bu düzen, Türkiye'nin mayın eşeği olarak Ortadoğu'ya salındığı gerçeğini örtemeden yaşayamaz. Erdoğan ve arkadaşları elde avuçta ne varsa, akıllarına ne gelirse savaşı meşrulaştırmaya yatırdılar. Ortaya bu tablo çıktı.

Şimdi aynı “akıl” bu tablonun telafisi için daha büyük provokasyonlar deneyebilir. Bana sorarsanız, yakın geçmişin sicili düşünüldüğünde savaşı topluma kabul ettirmek için olmadık ve çok büyük provokasyonlara ihtiyaç duyulacaktır. Ama o kadar büyük ki, kundakçının da eli yanar.

Bu durumu telafi etmek için Suriye'den taşınan veya kaçan insanlara vatandaşlık verilmesi ve değişen demografik yapı sayesinde seçim kazanma hayali kurulabilir. Benzer bir akıl yürütme, besbelli ilçelerle, ilçelerin sınırlarıyla oynayarak da hayata geçirilmek istenmektedir.

Ancak bu yöntemler yetmez. Daha seçime “yıl” var. Oysa sorun “hemen” çözülmeyi bekliyor. Üstelik bu yolların da, bu kez komşu ülkeye değil içeriye dönük hayli ağır provokasyonlar anlamına geldiğini söyleyebiliriz.

Çok uzatmayacağım. AKP'nin kaybettiğini geri kazanması veya kayıplarını makul bir bedel olarak görebilmesi, kendisine bağlı değildir. Kendi haline bıraktığınızda bunların yetenekleri pek sınırlıdır. Daha doğrusu, İkinci Cumhuriyet boyun eğmeyenler karşısında çaresizdir.

Sorun, iktidarın kaybettiği bu coğrafyada kimin kazanacağı sorusunun yanıtının olmamasıdır! Mevcut belli başlı siyasi partiler, ülke genelinde nasıl birer iktidar alternatifi olmanın uzağındalarsa, Hatay ili de bunun istisnası olamaz. Burada da bir iktidar alternatifi bulunmuyor.

Sorun, özellikle sonbahara doğru yükselen tepkiler karşısında alınan önlemlerin toplumsal muhalefetin bir bölümünü tatmin etmesindedir.

Çetelerin sokaklarda daha az gezmesi, hukuksuzlukların aleni olmak yerine birer ince tülle örtülmesi karşısında “buna da şükür” diyenlerdir sorun.

Sorun, insanları birbirine düşman etmek anlamına gelen politikalar güdenlerden “hepimiz kardeşiz” sözünü duymaya ve buna inanmaya hazır olanlardır.

Sorun, her tarafa ölüm kusan mekanizmaların “bana dokunmama” ihtimali olan “yılan”la karıştırılmasındadır.

Uzatabileceğimiz bu listenin özünde AKP'ye boyun eğmeyen insanlarımızın örgütsüz ve rotasız olmaları gerçeği var. Hal böyle sürerse, kaybedilen coğrafya iktidar tarafından geri kazanılamasa da, pekala “zararsızlaştırılabilir.”

AKP Hatay'ı kaybetti derken kast ettiğimiz asla bu değildi. İkinci Cumhuriyetin istila edemediği alanlar kendi cumhuriyetlerine, yani sosyalizme örgütlenmeye başlamadığı takdirde, AKP kaybetti diye sevinecek bir şey de olmayacaktır.