Kıbrıs’ta seçecek ne var?

Aydemir Güler'in “Kıbrıs’ta seçecek ne var?” başlıklı yazısı 18 Şubat 2013 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanlığı seçim var bugün.

Bu yazı Pazartesi yayınlanmış olacağına göre, “Kıbrıs’ta dün seçim vardı” demeliyim...

Dünyanın kullandığı tabirle Kıbrıs Cumhuriyeti veya bizde alıştırıldığımız ifadeyle Güney Kıbrıs’ta iktidar partisi AKEL. Cumhurbaşkanı Dimitri Hristofyas, kendini marksist-leninist olarak tanımlayan “Emekçi Halkın İlerici Partisi”nin eski genel sekreteri, yani birinci adamı. Bu görevi devraldığı Papayoannu’nun 39 yıllık liderliğiyle karşılaştırmak mümkün değilse de, Hristofyas’ın Kıbrıs komünist hareketinde ağırlıklı bir yeri olduğu açık.

Büyük olasılıkla önümüzdeki hafta, seçimin, en yüksek oy alan ilk iki aday arasında yapılacak olan ikinci turunda Hristofyas’ın başkanlığı ve AKEL’in iktidardaki ağırlığı son bulacak. “Büyük olasılıkla” dediğim, kaybedecekleri değil, bu hafta mı gelecek hafta mı bunun resmileşeceği...

Parti lideri Hristofyas glasnostu, Sovyetler’in dağılmasını, reel sosyalizmin çözülmesini, Ortadoğu’da ibrenin emperyalizminden yana dönüşünü görmüş.
Hristofyas ve arkadaşları, seçim kazandıkları 2009’da şeytanın bacağını kırdıklarına inanmış olmalılar. Ama “şeytanın bacağını kırmak” sosyalizm anlamına gelmedi.

AKEL Meclis aritmetiği nedeniyle koalisyona mecbur olmuştu. Ancak iktidarı tek başına ele geçirmemiş olmak, komşuda yaşanan deneyimin sorunlarını açıklamaya yetmiyor.

Hristofyas, TSK tarafından nispet olsun diye karşı tepeye nakşedilen ışıklı ay yıldızlı dev bayrağı seyredeceği başkanlık sarayına çıktığında, bölünmüş başkent Lefkoşa’nın kuzey yakasında yetki Mehmet Ali Talat’taydı. Talat’ın, Hristofyas ile aşağı yukarı aynı siyasi geleneği paylaşıyor olması ek bir heyecan nedeni oluşturmuş olmalı.

Adanın, iki tarafın solcuları tarafından birleştirilmesi, yani çözüm... Daha önce soL’da yazdım AKEL bu yönde bir gelişmenin yaşanması halinde Kıbrıs’ta yenilmez bir güce dönüşeceğine inandı.

Burda atlanan, bölgenin içinden geçtiği politik konjonktürün çözüme el verip vermeyeceğiydi. Kıbrıs ilericileri tabloyu son derece yanlış okudular.

Emperyalizm, bölgede ağırlığını gün be gün arttırırken, Türkiye’de AKP eliyle adım adım rejim değişirken, adadaki Britanya üslerine AB üyeliği eklenmişken, halk için çözüm beklemek, tarihsel yanılgıydı.

Talat’la Hristofyas’ın başkanlıkları sadece bir yıl çakıştı. Ama AKEL, AKP ve AB’nin çözümün motoru olacaklarına inanmıştı. Kendi sözcüklerimle özetlersem şöyle bir akıl yürütme:

“Ada kısa sürede birleşecek. AB ve AKP, Kıbrıs’ta çözümün önünü açtılar. Kıbrıs’ta çözüm kimin yönetimi altında gerçekleşirse, o siyasi hareket dev bir sıçrama yaşar...”

Böyle düşünen, emperyalizmden ve gericilikten, yani günümüz kapitalizminin iki temel direğinden bir şey anlamamış demektir!

Üstelik başkanlık dünya kriziyle örtüştü. AKEL çözüm beklentisi adına, sadece kapitalizmi değil, kapitalizmin krizini yönetmek durumunda kaldı. Siyasi iktidar devrimci bir sıçramanın imkanı olmaktan çıktı, tuzağa dönüştü.

Bir komünist parti düşünün, kemer sıkma önlemlerinin sorumluluğunu üstlenir hale düşsün, “Arap Baharı” sırasında AB dönem başkanlığı yapsın!

Kıbrıs, krize karşı, krizin en alçak aktörleri olan emperyalist finans kuruluşlarına muhtaç oldu, gerici AKP’nin tehditlerinden kaçarken İsrail limanlarında sığınak arama görüntüsü verdi. Halkın mücadelesini örgütlemek yerine, büyük güçlerin pazarlık masalarına yöneldi, Rusya’da kredi aradı. Oyalanınca bu kez Batı’nın klasik emek düşmanı paketini kabul etti...

Tüm bunlardan sonra, şimdi bu parti seçimlerde kendini sağcılardan nasıl ayırt edebilirdi ki?

Seçimlerin sonuçları solcular açısından iç karartıcı olacak. Ama bu Kıbrıs halkının gericileştiği anlamına gelmeyecek. Halkın sağ ile sağ arasında tercihde bulunmak zorunda bırakıldığını gösterecek.