'Kemalist Paranoya' Hakkında

AKP'ci solculuğun düzey kaybetmesine üzülecek değilim. Ancak dolaylı bir kaygı dile getirebilirim. Karşınızdaki düzeyin sıfırın altına düşmesi, sizin de üretme güdülerinizi köreltebilir. Bu tuzağa düşmemek gerek. Zira AKP solculuğunun entelektüel kaliteye gereksinimi yok. Çeşitli odaklardan üfürülen havaya yelken açarlar olur biter. Kalite bize lazım. O yüzden bunların düzeysizliği, bize kurulmuş bir tuzaktır.

AKP'nin kontrollü ama hızlı biçimde yükselttiği Osmanlıcılığı görmezden gelip, TKP'nin bu tehlikeye işaret eden argümanlarına Kemalist paranoya diyenler var. Tayyip Erdoğan'la aynı ağzı konuşan bu sol müsveddeleri, kendi liberal literatürlerinden de bihaberdirler ve bazı şeyleri hatırlatmak bize düşmektedir.

Aşağıda bir sol-liberal yazardan, günümüz AKP solcuları için hatırlatıcı alıntılar bulunmaktadır:

"... bu perspektifin doğmasında rol oynayan unsurlar imparatorlukların yıkılmasının ardından kurulan devletlerin yol açtığı karamsarlık ve bıkkınlık, imparatorluk tarihinin karşı-olgulara dayalı olarak 'iyimser bir okuması' ve gerçekleşmemiş alternatiflere ilişkin bir nostaljidir. Söz konusu yaklaşım şöyle özetlenebilir: Bütün uyrukların eşit vatandaşlık haklarının bulunduğu, etnik ve bölgesel otonominin tanındığı anayasal bir düzen imparatorlukları yok olmaktan kurtarabilirdi, böylece dünya milliyetçilik ve ulus-devletin aşırılıklarını yaşamak zorunda kalmazdı." (ilk yazıldığı tarih: 1997)

AKP solcuları için tercüme edelim mi?

Liberal yazarımız herhangi bir rezerv koymasa da, biz "hiç olmazsa kimi imparatorluklar" diye bir sınırlayalım: Yazar "hiç olmazsa kimi imparatorluklara" özlemle bakmaktadır.

Cumhuriyet ile ulus-devlet kuşkusuz bir ve aynı şey değildir. Ancak en azından bizim tarihsel somutluğumuzda böyle bir denklik var. Dolayısıyla cumhuriyetin aşırılıklarının ve zararlarının imparatorlukla önlenebileceği iddia edilmektedir.

"Burada Cumhuriyet Türkiye'sinde gözlenen devlet geleneğinin Osmanlı geçmişinin doğrudan bir uzantısı olmadığını savunuyorum. Osmanlı devlet-toplum ilişkisi son dönemlerinde değişmişti ve Türkiye artık bir önceki, klasik Osmanlı modeline dönüyordu. İmparatorluktan cumhuriyete geçiş, devletten bağımsız olarak ekonomik hayatlarını sürdürme kapasitesine sahip güçlü bir burjuvazinin oluşumunu sağlayabilecek bir gelişmeyi tersine çevirmişti. Cumhuriyet devleti, geç dönem Osmanlı devletiyle kıyaslandığında, çok daha az hesap veren bir devletti, dolayısıyla daha otokratik ve keyfi idi. Üstelik, toplum da hem kendisini devlet karşısında koruyacak hukuki çerçeve açısından, hem de özerk düzenlemeler için gerekli sivil toplum kurumları bakımından çok daha zayıf bir konumdaydı." (ilk yazıldığı tarih: 2003)

Tercümeye devam edelim.

Liberal yazarımız daha fazla hesap veren, yani denetlenebilen, daha az otokratik yani daha özgürlükçü, daha az keyfi yani hukuk devleti niteliğine yakın olarak gördüğü Osmanlı'yı cumhuriyete tercih etmektedir.

Burada ilginç olan bir diğer nokta ise şudur: Günümüz Türkiye'sinin baskıcı uygulamalarının kaynağını cumhuriyet öncesinden aldığı tezi yaygın bir tezdir. Ceberrut, Asyatik devletin yeni biçimlerde yaşamını sürdürdüğü tezi, aynı zamanda Türkiye'de ciddiye alınır bir tarihsel ilerleme, burjuva devrimi, kapitalistleşme yaşanmadığına bağlanır. Böylece bugün sosyalizmden falan söz etmek saçmalık derecesine düşecek, önce "adam gibi" bir burjuva demokrasisi gerektiği yolunda bir ezber kurulacaktır.

Liberal yazarımız ise, aynı sonuca bağlanabilen ama bundan çok daha kuvvetli bir tez bulmuş. Yukarıda onu yazıyor: Buna göre kötü cumhuriyetten hareketle geç Osmanlı karalanmamalıdır. Olsa olsa klasik veya erken Osmanlıya çıkartılabilir fatura. Ama Osmanlının sonlarına gölge düşürülmemelidir.

AKP'nin Osmanlıcılığını bir komünist fantezisi ilan eden AKP solu, kendi liberal düşünsel kaynaklarını, çok değil son birkaç yılın kitaplarını bile okumamaktadır. Oysa burada yalnızca birine değindiğimiz bu yazılarda ne cevherler var!

"...Bütün bunların sonucunda artık devletlerin içişleri dokunulmaz olarak görülmüyor, yapabilecekleri şeyler ciddi olarak kısıtlanıyor, yeni global normlar öne çıkıyor... Demek ki dünya insanlarının ulusal devletlere ayrılmış olarak yaşaması yerine dünya normlarına göre yaşayabilmeleri bir ideal olarak benimsenmeye başlandı." (ilk yazıldığı tarih: 2001)

Osmanlı'nın son dönemlerinden mi söz ediliyor, yoksa içinde bulunduğumuz çağdan mı? Her ikisine uyuyor. Biz iki dönem arasındaki benzerliklere işaret ettiğimiz zaman hem Kemalist hem paranoyak oluyoruz. Sol-liberal bir yazıcı, 2001'de, yani Amerikan emperyalizminin sonrasında devletlerin içişlerinin dokunulmazlığını büsbütün geçersiz ilan edeceği meşhur 11 Eylül olayının vuku bulduğu yıl, bu benzerliği alenen savunduğu, altına Çağlar Keyder diye imzasını attığı, kitabını da malum İletişim yayınları bastığı zaman bir şey olmuyor...

Evet yukarıdaki alıntılar Keyder'in Memâlik-i Osmaniye'den Avrupa Birliği'ne adlı kitabının 2005'te yapılan üçüncü baskısından. Sayfalar da sırasıyla 22, 110 ve 220.

Çok ilişkili olmayabilir ama bu, adı tumturaklı kitaptan bir alıntı daha yapmama izin verin: "Jön Türkler... ekonomiyle ilgili konularda şaşırtıcı bir biçimde bilgisizdi ve benzeri Üçüncü Dünya devrimci hareketleri içinde en az anti-emperyalist nitelik taşıyan hareketti." (s.36)

Komünistlerde gizli kalmış Kemalist paranoya avına çıkanlar, biraz daha az yazıp biraz daha fazla okumalılar. Bizim hakkımızı teslim etmek için de değil, hani. Örneğin bahsi geçen kitabı okurlarsa, göğüslerini gere gere Osmanlıcılık trenine atlayabilecekleri gibi, Jön Türkleri, -var olmak için kendinden önce "iki dünya"nın kurulmasına ihtiyaç duyan- Üçüncü Dünya hareketleri arasına katmak türünden "yaratıcılıkları" da daha pervasızca gösterebileceklerdir. Yani, eğer okurlarsa, düzeylerinin yükseleceğini varsaymanın pek sağlam bir temeli yoktur.