Karşı-devrimi normalleştirmek

“Erdoğan’ı ve AKP’yi nasıl bilirsiniz?” İlk soru bu. Sık sık bunun yerine “nasıl bilmek isterdiniz?” sorusu geçiriliyor.

Malum Sabah röportajları dizisinin ve onunla bazen aynı kapıya çıkan konser ve diğer buluşmaların gündemindeki soru ikincisidir. Tabii röportaj sırasına alınanlarla vezne kuyruğuna girecek kadar iktidarla arayı sıcak tutanları birbirine eşitleyemeyiz. Türkiye entelijansiyasının bir bölümü maaşa bağlandı ve bu bağ siyasal durum hakkındaki bilgilerini zorunlu olarak belirliyor. Onları aşağılıyoruz; aydınlatma misyonundan kopanları aydın kategorisinden çıkarıp çöpe atıyor ve devam ediyoruz.

Ama bu detaylarla uğraşmanın manasını da fazla abartamayız. AKP ve Erdoğan nasıl olur da birlikte yaşanabilecek unsurlar olarak görülür ki! Altı ayda bir milyona yakın kişinin işsiz kaldığı bir ülkede mevcut iktidarla yaşanabileceğini düşünmek için ya tuzu kuru olmak, ya da bir nedenle iktidara mecbur olmak gerekir. Beraber yaşanabileceğini “ilan etmek” için bunlar da yetmez, ağır bir ahlaki çöküş sürecinin başlamış olması gerekir. 

“İşsizlerin derdini ben mi çözeceğim” demek gibi. “Gemisini kurtaran kaptan” demek gibi. “Ben duymadım, görmedim” demek gibi. Veya fıtrat! Tuzları kuru olabilir veya siyasal konumlanışı büyük bir ayıbını örtmenin veya büyük bir yarar sağlamanın aracı olarak kavrıyor olabilirler. Röportaj ve vezne kuyrukları birbirinin içine giriyor. Ben de o karışıklığa bakıp “ben mi çözeceğim” diyebilirim iç rahatlığıyla.

Aslolan Türkiye entelijansiyasının yaşadığı dejenerasyondur. Yalnızca işsizleri değil, devrilen trenden çıkan cenazeleri de görmüyorlar. Tecavüze uğrayanları, tecavüzü aklayanları duymuyorlar. Silahlanma çağrısı yapanları da bilmemek, dinlememek zorundalar. Az daha; “normali bu” diyecekler. Kaçınılmaz bu!

Bu çürüme yalnızca kuyruktakilerin sorunu değil. Bu koku alt katmanlar çürümese çıkmazdı. Yalnızca AKP döneminde bayilik kapmak veya yoksulluk yardımı almak için gözlerini yumanları kast etmiyorum. Bunca yıl boyunca yer yer mücadele de etmiş olanlar var. Mücadeleden yoruluyorlar ve kokuşma başlıyor. 

Genel olarak Türkiye halkı mücadele yorgunluğuna teslim oldukça, entelijansiyanın bir bölümü gözlerini kapayıp sıraya giriyor. Bu durum yalnızca bir aydın hastalığı, toplumda öne çıkmış, adı duyulmuş birilerinin kariyerizmi değil, bir toplumsal çürümedir. 

Yeridir, ekleyeyim: Örgütsüz halk yorulur. 

Çürümenin kaynakları halkımızı örgütlemeye uğraşmaktan bir an bile vazgeçmemiş, ama yeterince başarılı olamamış olanları, bizleri de yakından ilgilendiriyor. Örgütleyemediğimiz halk çocuklarının önündeki tehlike çürümektir. 

Türkiye aydını ve halkımız karşı-devrimi normalleştirmek yönünde yaygın ve kokuşmuş bir eğilim sergiliyor. 

Bu eğilimi AKP yalnızca sopayla elde etmemiştir ve karşımızdaki basit bir geri basma, korkma, kaçma vakası değil bir toplumsal uzlaşma denemesidir. Türkiye’de karşı-devrim koşullarında bir toplumsal uzlaşma denemesi tedavüle sokulmuştur. 

CHP bunun temsilcisi olarak seçimlere giriyor. Sayısız yerleşimde CHP çarpık çurpuk bir solculuğun bile pusulaya yansımamasını sağlamış bulunuyor. CHP sayısız yerleşimde İslamcı veya faşist adayların alternatifinin İslamcı veya faşistler olabileceği iddiasını pratik olarak ortaya koymuş bulunuyor. CHP politik olarak, mücadeleden yorgun düşmüş halkın, ve karşı-devrimin her gün çoğalan belirtilerini görmemeyi, göstermemeyi seçen aydınların temsilcisidir. CHP gericiliğin AKP’nin ayrıcalığı olmadığını sergilemek için seçime girmektedir. Normali bu diyorlar. 

Uzlaşma AKP’nin de yararına. Türkiye’nin laik yarısının nefreti üstünden eksilmeyen AKP’nin üstüne bir de memleketin emekçi çoğunluğunun kriz tepkisi eklenebilir. Nasıl uzlaşmasınlar ki?

Ancak tekrar edeceğim, bu bir karşı-devrim uzlaşmasıdır. Bu çürümede uzlaşmadır. İş cinayetlerinde uzlaşma, hukuksuzlukta uzlaşma…

Düzen muhalefetinin esası budur. CHP’de gerisi aksesuardır.