Kan ne yöne akıyor?

Okurlar yalnızca benim bu sütunda değil, soL portalın tamamında komplo teorilerine karşı eleştiri mesafesinin hep korunduğunu bilirler. Öncelikle basit bir yöntem gereği olarak mesafeli olunmalıdır: Komplo teorisi güncelliğin ve tarihin akışını sınıflar mücadelesi kategorisinin dışına çekmekte, aşırı basitleştirmekte, nedenleri toplumsal yaşamın ötesinde, komplocuların aklında ve karanlık eylemlerinde aramaktadır.

Sonra komplo teorisi yöntem haline getirildiğinde, birtakım bilgilere sahip olmayanların olup biteni anlamaları, açıklamaları, yorum geliştirmeleri olanaksızlaşır. Bilim kovulur, yerine sınırlı kişinin erişebildiği ampirik veriler oturur. İyi de, ya veri sahipleri bunları çok iyi korursa veya çok iyi manipüle ederse ne olacaktır? Dünyayı anlama şansımız külliyen yitirilmiş mi olacaktır?

Bu handikaplardan bizi kurtaracak olan, temellendirilmiş kimi modeller kurmak. Geçen hafta oluk oluk akan kan hakkında yorum yapmak için, bizim, erişmeyi çok istediğimiz ve bu yönde ayrıca çaba göstereceğimiz ayrıcalıklı bilgilere sahip olmamız gerekmemelidir. Temellendirilmiş modelimizi güncel gelişmelerle teste tabi tutarız. Sonuçlar çok önemlidir ve sonuçlardan hareketle nedenlerin izini sürmek modelleme yöntemini bütünleyecektir.

Kanın kanıksandığı topraklarda yaşayanlar, şiddetin yükselişini bir bütünlüğün içine yerleştirme çabasında ısrarlı olabilmelidirler. Ortadoğu'da emperyalist hegemonyaya uyumlu yayılmacı bir aktör olarak Türkiye Kürt sorununun bu dönem içine yerleştirilmek istendiği çerçeveyi ifade ediyor. Bu çerçevenin içinin dolmasını, kanda yüzerek de temin edebilirsiniz, kanı azaltarak da. Zira sözü edilen, sorunun insani, adil ve halkçı bir çözümü değil. Emperyalizme uyumlu yayılmacı Türkiye'nin bölgesel bir aktör olarak Kürtlerin varlığı ve ulusal dinamikleriyle bütünleştirilmesidir konumuz.

O halde kan görünce kısa yoldan çözümden uzaklaşma saptaması veya tersinden ortalık sakinleştiğinde de çözüm çığırtkanlığı sağlıklı olmayacaktır. Geçen hafta akan kan daha basit bir sonuç yaratmış bulunuyor. Kürt ulusal hareketinin bir türlü kırılamayan inisiyatifinin etki alanını, Kürt düşmanlığını serbest bırakarak sınırlamak ve baskılamak. Bu anlamda TSK mensuplarının öldürülmelerinin Türkiye egemen güçlerine yaradığını söylemek gerekir.

Tamam komplocu olmayacağız. Ama ABD'nin Pearl Harbour'a Japon saldırısını savaşa aktif olarak girmek için, 11 Eylül'ü ise geniş bir Ortadoğu coğrafyasında militarizmini meşrulaştırmak için değerlendirdiğini de göreceğiz...

Emperyalizm bu sonuçların piyangodan çıkmasını beklememiş, en azından olayların ortaya çıkmasını önlememiştir. Türkiye egemen güçleri “provokasyon siyaseti”nde kendi devlet geleneklerini emperyalizmin deneyleriyle bütünleştirerek çok genişlettiler. Onlarca kentin sokaklarında “iç savaşa hazırız” mesajı pıtrak gibi kendiliğinden bitmedi. Bu ölçekte bir olgunun, örneğin Beyoğlu'nda Bağdat Caddelilerden futbol seyircilerine, tarikatlardan Ülkü Ocaklarına kadar uzanan heterojen kalabalığın tam gün şov yapmasının bir devlet organizasyonu olduğunu düşünmeyen, Türkiye'yi hiç tanımıyor demektir.

Üstelik söz konusu provokasyon pratiği, çok yönlü sonuçlar türetmeye elverişli. Bir iki rötuş eklendiğinde, artık Çandar'ın “Amerikanca” raporunda da teslim ettiği, silahlı mücadelenin toplumsal meşruiyeti gerçekten budanabilir. Yükselen ve rest çeken milliyetçilik, ölümün çıplak yüzü karşısında aslında etkisizleşiyor ve “uyum çözümü”nün ayakbağı olmaktan da çıkıyor olabilir. Çatışma o kadar ürkütücüdür ki, içeriği ne olursa olsun çatışmama halinin tesisi zorunluluk haline gelebilir. AKP, bu anlamda, kendi ordusunun kanı üstünden Kürt siyasetini baskılayabilir. Liberal Türkler ve sağcı Kürtler “çözüm geliyor” propagandasına buralardan yeni bir enerji bulabilirler.

Son günlerin acılı verileri, bu olasılığı merkeze koyan bir modeli reddetmiyor, bütünlüyor. Üstelik yan ürünler de cabası: bariz biçimde görüldüğü gibi, CHP'nin, demokratikleşme ve normalleşme çizgileri üzerinden Kürt toplumuyla mesafesini kapatma süreci bıçak gibi kesilmiştir. CHP'lilerin apar topar yemin etmelerinin arkasında “BDP'den kaçış kararı”nın yattığı açıkça görülmüştür.

Bu modelde eksik olanın, hâlâ sol olduğunu söylemek gerekir. Yalanı ve acımasızlığı kuşatmak için sola ihtiyacımız var.