İktidardan Kaçan Muhalefet

Baykal açılımları sürüyor. Zihni Sinir adlı karikatür bandı hayatta mı?

Sosyal-demokrasinin tanımlayıcı özelliklerinin ne olduğu hakkında çok şey söylenebilir. Türkiye sosyal-demokrasisinin başat karakteri bellidir: Anti-komünizm.

1960'lardaki son doğumundan bu yana böyle. Zaten öncesinde bir sosyal-demokrasiden söz etmek kolay değil...

1980'den sonra girdiği olgunlaşma evresi bu karakterin üstüne kuruldu. Darbe sonrası dönemde, SODEP-SHP'nin 80'ler-90'lar kavşağında kendiliğinden işçi hareketini temsil ve kontrol etme işlevi ayrı tutulursa (ki, kontrol amaçlı olsa bile, bu tür bir temsil işlevinin kendisi sola çeker) sosyal-demokrasi esasen tasfiyecidir. Önce Ecevit, ardından ondan daha başarılı (!) biçimde Baykal, sosyal-demokrasinin içine zorunlu olarak bulaşmış solculuk ve halkçılık izlerini silmek, kazımak, söküp atmak için büyük çaba göstermişlerdir.

Baykal ne yöne manevra yaparsa yapsın, belirleyici güdüsü hep bu kazıyıcılık olmuştur. Bugün de öyledir. Türkiye'de AKP'nin 2008 başındaki "velev ki simge" meydan okuyuşu ile CHP'nin yıl sonunda icat ettiği "haşa simge" yeniliği arasında "aydınlanma" açısından fark yoktur.

Bizim bakış açımız bellidir: Kim nasıl isterse öyle giyinsin. Ama Baykal'ın çarşaflılarının bu özgürlük alanıyla bir ilgileri yok. Baykal seçim öncesinde CHP'yi tarikatlara görücüye çıkartmaktadır. Dinci kanadın Deniz beyin taktığı rozetleri inceden tiye almasının altı boş değildir. CHP isimli partinin bu yolla bireysel, örgütsüz (yani pek de gerici sayamayacağımız) dindar oyları çekmesinin imkansız olduğunu biliyor ve bunun rahatlığını sergiliyorlar.

Geriye bir olasılık olarak irili ufaklı, bir nedenle AKP'den kopabilecek, yine bir nedenle MHP'ye gidemeyecek tarikat ve/veya aşiret oyları kalmaktadır. Bu seçenek CHP yöneticileri tarafından dile de getirilebilmektedir artık.

CHP, özgürlüğü, aydınlanma kanallarında değil, gericiliğin serbest dışavurumunda gören yaklaşımlarıyla AKP'nin kulvarına girmiştir. Aslı varken taklidinin teveccüh bulması ise beklenmemelidir...

Zaten Baykal'ın derdi tasası oy arttırmaktan ziyade solculuk tasfiyesi. Türkiye toplumunda özgürlüğü aydınlanma kanallarında arayan aydınlar boldur ve kriz ortamı önemli bir emekçi kesiminin de buraya yönelmesini tetikleyecektir. CHP işte bu dinamiğe saldırmaktadır.
Yeri gelmişken CHP'nin ne kadar süreceği, hangi coğrafyada ne kadar kan dökülmesiyle biteceği, sonrasına nasıl bir Türkiye'nin çıkacağı, hatta çıkıp çıkmayacağı bilinmeyen ağır bir ekonomik depresyon ortamında siyasal iktidar falan istemediği de görülmelidir. CHP iktidardan kaçmakta ve kendi misyonunu solculuğa tıkaç olarak kavramaktadır.

İkinci parti, MHP ise kafayı geçenlerde Ardahan'da gösterdi. DTP mitingine yönelik örgütlenen ve bir ucunu medyanın, diğer ucunu AKP denetimli devlet kurumlarının tuttuğu provokasyonu, bir iç savaş provası saymak uygundur.

MHP peşi sıra Aralık aylarının geleneksel kampüs saldırılarını başlattı. Bu arada "ya sev ya terket"in bütün partiler tarafından İskenderun'un -partisi önemsiz- belediye başkanına terk edilmesinin bir önemi yok. Zira Amerikanseverliğiyle ünlü başkanın girişimleri bölgeyi, iç savaş provasına sahne olarak açmaktadır. Ardahan ittifakının İskenderun'ta tezgah kurması kolaylaşmıştır.

Dolayısıyla sözünü ettiğimiz, MHP'den ibaret olmayan ama faşist nitelik taşıdığı için en çok bu partiye yakışan bir siyasal misyon alanıdır. Türkiye'nin Kürt ili sayılagelen doğu-güneydoğu kuşağını çevreleyen ve Ardahan-Kars'tan doğu-orta Anadolu hattını geçip Çukurova üzerinden Akdeniz'e uzanan çok sayıda kentin ırkçı bir tahkimattan geçirilmesi için uygun zamanın geldiği anlaşılıyor.

Ankara-Erbil yakınlaşmasının daha güvenli bir ülke anlamına geleceğine inanan varsa, olup bitenlere bakıp bir daha düşünmelidir. İşin özü güvenlik falan değil, bütün bölgenin Washington'a daha dolayımsız biçimde bağlanmasıdır. Bunun koşulu komşu halkların gün yüzü görmemeleri, birbirlerine diş bilemelerinden başka ne olabilir?

Provokasyon zamanlamasında önemli bir diğer etken, krizin yıkımının emekçi yakınlaşmasını beslemesi olasılığıdır. Türkiye emekçileri topluca mücadeleye eğilim göstermeden önce aralarına zaten döşenmiş olan mayınlar patlatılmaktadır.

MHP hem ırkçı tahkimat alanında görev alıyor, hem de solu politik olarak kilitlemek amacına denk gelen kampüs kampanyasını yürütüyor. Ekonomik krizin kaçınılmaz biçimde cazibe merkezi haline getireceği solu toplumun bütününe "Kürtçü/bölücü" olarak tanıtmaya çalışmak, pek de yaratıcı bir politika değil doğrusu.

CHP'nin çarşafı gibi, MHP'nin bıçağı, taşı, sopasından da iktidar yürüyüşü çıkmaz. Bu iki parti iktidardan kaçmaktadırlar.

Sanıyorum, gericiliğin, işbirlikçiliğin ve piyasacılığın bayrağını taşıyan hükümet partisinin durdurulmasının sadece AKP değil, kendileri için de zararlı olacağını kavramış bulunuyorlar.