İki yıl sonra

İki yıl önce, halk hareketi Türkiye’yi tepeden tırnağa değiştirdi. O gün ilk değerlendirmemiz AKP rejiminin tükendiğiydi. Kemal yazdı Cumartesi günü; iki yıllık uzatma süresinin daha ne kadar çekiştirileceğinden bağımsız olarak, bu değerlendirme mutlak doğrudur. Araya uluslararası faktörler ve düzen muhalefetinin katkıları girdi. Hatırlarsınız, o günlerde CHP yönetimi bir gece yarısı toplanıp sabaha karşı sokaktaki milyonlarla alay edercesine hükümeti diyaloğa çağırmıştı. Hatırlatınca çok kızanımız olacak, ama HDP’liler sokakta “hükümet istifa” sloganına itiraz ediyor, yukardaysa AKP ağzıyla darbe hazırlığından dem vuruyorlardı. 

Diktatörlüğün ömrünü uzatanların daha sonraları AKP’nin “bittiği” saptamasını alaycı bakışlarla karşılamalarına siyaset dilinde ne denebilir? Bir şey demeyip geçiyorum! 

Hükümet istifa sloganına bir şey olmadı. Onu artıracak örgütlülüğü bekliyor.

İki yıl önce Türkiye, laiklik adına halkın ayaklanmasına sahne oldu. Aradan geçen sürede laikliğin kalıntıları üstünde inadına tepinen bir iktidarla yaşadık. Ek beslemelerle ömrü uzatılan bir hükümetin bunu yapabilmesine şaşıracak mıyız? Tam tersi. AKP bir şey olmamış gibi davranmalı ve saldırganlıkta sınır tanımamalıydı. Denklem basit: Ya iktidarsın, ya hapiste… İnadını buradan aldı.

Ama dikkatli bakılırsa bunu yapabilmesinde yine benzer faktörler seçilebiliyor. Bugün AKP’yi geriletme iddiasındaki iki “sol” muhalefetten birinin -başka yerde değil İstanbul’da yaptığı- mitingde bir konuşmacı söze besmeleyle başlıyorsa, laikliğin üstünde tepinme şansını kimin Erdoğan’a hediye ettiğini çok aramak gerekmiyor! Kılıçdaroğlu’nun hatırı kalmasın; makam aracı polemiğinde “neden Papa’ya bakıyorsun, sevgili peygamberimize baksana” diye replik attırdı o da. Yani Erdoğan’la aynı suçu işleyerek, sosyalist iktidarımızda siyasete dinin girmesinin önüne konacak hukuksal engellere çarptı. Kimse peygambere, kutsal kitaba bakmasın; bizim eşitlik, adalet gibi kriterlerimiz var!

Laiklik talebi onlar böyle yapınca yok olmuyor. Türkiye’nin sokakları şeriatçılığa ikna olmuyor. Öncü siyasetini bekliyor.

Demeden geçemiyorum. Bu iki yılda muhalefet dünyasında AKP’nin Batı’yla arasının açılmasına yatırım yapanlar oldu. Evet, Batı emperyalistti, kendi çıkarını düşünürdü; ama Erdoğan Batı’ya sırtını dönmüşken, emperyalizme söz söylemenin sırası mıydı? 

Tam sırasıdır oysa. Türkiye siyasetinin ortalamasından fersah fersah daha yurtsever bir halk direnişi yaşanmışsa, kitleler açısından esasen bir duygudan ibaret olan “ülkesine sahip çıkma” tutumu anti-emperyalist bir siyasete ve bilince taşınmalıydı. Onun yerine IŞİD’e karşı Amerikan ittifakında yer arayanlardan, Merkez Türkiye saçmalığında ülkeyi uluslararası sermaye trafiğinin ortasında körebeye çevirecek cinliklere kadar uzanıyor muhalefet yelpazesi. 

Anti-emperyalizm yok mu oldu peki? Hiç de değil.

İki yıl önceki direnişi çok önemserken onun öldürücü zaafına da işaret ediyorduk: Örgütsüzlük. 

Halk hareketinin, öncü örgütün misyonunu gereksizleştireceğini sananlar çıktı solda. Bu ikame işlemini devrimcilik diye yutturmaya kalktılar! Oysa bu zeminden, iki “sol”dan birine tutunup Meclis’e tırmanmaktan başka vizyon çıkmazdı. Çoğunlukla kariyerizmin bireysel bir zaaf olduğu sanılır. Kitle hareketinin örgütsüzlüğü ve öncüsüzlüğü solda kolektif kariyerizmi cesaretlendirdi.

Haziran Direnişi’nin halk dayanışması ve kolektivizmiyse yok olmadı, saatini bekliyor.

Haziran Direnişi’nin geri gelmesini, tekrarlanmasını beklemiyoruz. Direnişin eksiklerini kapatmak için mücadele ediyoruz, hazırlanıyoruz.