İki ünlü hikâye

Ünlü hikâyedir, Büyük İskender Gordion düğümünü sonunda kılıcıyla keserek “çözmüş.” Bu pek de bir çözme işlemi değil, ama düğümün sonunu da getirmiş. Efsanevi öykünün sonrasına dalmayayım da, konumuza geleyim.

Türkiye’deki düğümü kesecek kılıç ise icat edilmedi. O düğümü dağıtacak kılıcı tutup kaldırabilecek insan henüz doğmadı. Tayyip Erdoğan’ın konuyla uzak yakın ilgisi yok!

Erdoğan partisini temizleyeceğini ilan etti ve başka bir kılıcı sallayıp duruyor. “Partili cumhurbaşkanı” bir rejim modeli olabilir. Ancak bu değişikliğin Erdoğan’a şu ana kadar kazandırdığı biricik şey, AKP’nin içine dilediği gibi müdahale edebilmek. Daha doğrusu müdahale yasallaştı. Anlaşılan parti başkanı olmadığı takdirde bu iş o kadar da kolay olmayacaktı.

Ama zaten hiç kolay olmuyor! Erdoğan’ın bu adımları atarken gücünü ve otoritesini arttırmayı hesapladığı ve amaçladığı açık. Sonuç olarak planladığı adımları attığında gücü ve otoritesi azalıyor!

Hakikaten saçmalık! Erdoğan güç ve otorite kaybetmek için büyük mücadeleler veriyor!

Kişisel yıpranma gözle görülür ölçülerde. Ama daha ağırı, yaşanan hesaplaşmaların bir rant kavgasından ibaret olduğu, tarafların herhangi bir başka değeri, görüşü, erdemi temsil etmedikleri kanısı yerleşiyor.

Bu kanaatle seçim falan kazanılmaz. Önümüzdeki seçim süreçlerinde AKP’nin kazanmasının tek koşulu karşısına kimsenin çıkmamasıdır. Rakipsiz yarış, yarışın iptaliyle eş anlamlıdır ve Erdoğan’ın gönlünden bu geçiyor olsa bile, sürekli güç ve otoritesi gerileyen bir lider bu kadarını ancak rüyasında görür.

Uzatmayalım, her yol Erdoğan’ın gelip geçici ve büyük kısmı imaj şişirmeden ibaret işbirlikleri veya yakınlıklarla durumu idare edemeyeceğini gösteriyor. Erdoğan’ın ihtiyacı büyük bir ittifaktır.

İşin ilginç tarafı, bir doz daha anti-Amerikan demagoji, iki doz da Atatürkçülük ekleyip yobazların birkaçının ağzına bant yapıştırsa, böyle bir koalisyona dünden razı çok kesim var. Bahçeli ve Perinçek’i demiyorum; bugün Erdoğan karşısında iktidar yürüyüşü ilan eden düzen partileri ile ağır basınç altında muhalefete sürüklenmiş olan bir başkasını kastediyorum. Açıkça söyleyelim; bugün düzen muhalefeti, düğümün etrafında burnundan soluyarak turlar atan Erdoğan’ın, çaresiz kalıp pazarlık masasına çökmesini beklemektedir. Daha da kuvvetlendirebilirim; düzen partileri arasında bunun istisnası yoktur! Bunların rol modeli Numan Kurtulmuş ile Süleyman Soylu’dur.

Bir kifayetsiz muhterisler sürüsünün reisin çevresinde toplaşmasına ise siyasal ittifak diyemiyoruz. İhtiyaç duydukları Saray – Parti – Belediyeler – TSK – MİT gibi bir güçlü merkezin etrafında çeşitli geleneksel akımların kuracağı ittifaktır. Ancak bu ölçekte bir güç Türkiye burjuvazisi ve emperyalizm tarafından dikkate alınabilecektir. Ve artık bu olanaksızdır.

O kadar ki, çocuklara göz koyan ahlaksız imamlar topluluğu bile Erdoğan tarafından terbiye edilemeyecek. Teokrasi olsun ama Atatürk’e de saygı gösterilsin, imamlar yönetsin ama çocuklara sarkıntılık edilmesin diye diye reislik yapamayacağını Erdoğan da bilir. Sonuç ise bir şeye benzemeyecek. Ne teokrasi olacak, ne Atatürk’e saygı gösterilecek. İmamlar zaten yönetemedikleri gibi yönetememeye devam edecekler, öte yandan ahlaki çöküntü rekor üstüne rekor kıracak. Dış politikaya, ekonomik kriz verilerine hiç gelmiyorum…

Peki umut nerede? Bu çözümsüzlükten geçen yol nereye çıkar?

Asıl soru, AKP’nin hangi düğümde boğulacağı değildir. Asıl soru, bir zamanlar bir Rus bakanın kastı başka olsa bile sorduğu soru ve aldığı yanıttır. Bu da bir başka ünlü hikayedir ve efsanelerle ilgisi yoktur. Ben tekrar yazmayayım da, Mesut Odman’ın daha önce soL’daki anlatımını nakledeyim:

“Bakan, bir ara, ülkenin bir yığın sorunla dolu, kimin neyi nasıl üstlenip nereye götürebileceği belirsiz, karmakarışık durumundan söz ettikten sonra, söylediklerinin gerçekleri yansıttığının güveniyle, soruyor: ‘Şu anda hiçbir siyasi parti ‘iktidarı bize verin, siz gidin, yerinizi biz alacağız’ diyecek durumda değildir. Ülkemizde böyle bir parti var mıdır? Yoktur.’

“Toplantıya katılanlardan, ufak tefek, kel kafalı, keçi sakallı biri oturduğu yerden biraz doğrularak ve bağırarak itiraz ediyor: ‘Böyle bir parti vardır!’

“Zaman 1917 yılının Haziran ayı başları. Yer, Rus Çarlığı’nın, daha doğrusu, çarlığı yıkmış yerine ne koyacağını arayan Rusya’nın başkenti Petrograd’da ilki yapılan Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi. “On dört gün sürdüğü bilinen kongrenin o ikinci gününde kürsüde konuşan bakan, Menşeviklerin temsilcisi Çereteli. Salonda oturduğu yerden itirazını dile getiren ise Bolşeviklerin önderi Lenin.”