İki parti

31 Mart’ın ardından TKP tarafından yapılan açıklama “İki partili sisteme izin vermeyeceğiz” başlığını taşıyordu. Bir tarafta AKP’nin, karşısında CHP’nin merkezinde durduğu iki ittifak arasındaki ilişki karşıtlık değil benzerlikti. İki partili sistemler böyledir. Değneğin uçları birbirine yakınsar. AKP değil, CHP yaptı bunu! Alt tarafı belediye, nasılsa şu kadar yıl iktidardasınız, erken seçim istemeyeceğiz diye diye… AKP bıkkını ve yorgunu toplumu mücadeleye çağırmaya çağırmaya…

“Sistem”e gelince… Bir kere, ortada yalnızca iki alternatif olur. Üçüncüler potaya yaklaşamaz bile. Bunun için iki uçlu değneğin çok sağlam olması gerekir. Hem vurduğu yeri acıtmalıdır, hem de olabildiğince esnek olmalıdır.

Alternatifler arasındaki mesafe sağ ve sol kavramlarıyla ölçülebilir görünse de, ikili sistem bu kavramları hep aşındırır. Örneğin ABD’de, sanılır ki Muhafazakârlar sağcı, Demokratlar solcu. Oysa konu emperyalist saldırganlık olduğunda ne Clinton’ın güler yüzü ne Obama’nın derisinin rengi, Demokratların diğerlerinden aşağı kalmasına neden olur.

İkili sıraya girmiştir aralarında. İşçi sınıfının mücadelesi yüksekse, Sovyetler Birliği’ndeki kazanımlar bütün dünyada kapitalistlere ayaklarını denk almayı dayatıyorsa Demokratlar sınıf uzlaşmasını dener.

Sosyalist ülkelere, emekçi kazanımlarına huruç harekâtı mı düzenlenecek; nöbet ötekilere geçer.

Böyle bir al gülüm ver gülüm oyunu, iki partili siyasal sistemin ötesinde kapitalist ekonomik-toplumsal-ideolojik yapının çok güçlü olmasını gerektirir. O kadar ki sistem kendi kendisinin eleştirisini de içermeli, hiç ihmal etmemelidir.

İki partililik zaman zaman kapitalist dünyanın başka yörelerinde de zemin buldu. Bu aralar Avrupa’da esamesi okunmuyor. Bizi ise burada, yani altı üstü bir köşe yazısı çerçevesinde Türkiye ilgilendiriyor…

Türkiye kapitalizmi al gülüm ver gülüme sık sık heves etti. Atatürk döneminde muhalif partiye iki kere kapı aralandıysa da hızla vazgeçildi. Şakası yok, aralıktan genç cumhuriyeti yutabilecek bir gerici kabarma hissedilmişti hemencecik.

Olayın liderin paranoyasından kaynaklanmadığını 1950’lerde gördük. İki partili sistem için yeterince güç yoksa, krizi durdurmak için askerlerin parti olmaya soyunması kaçınılmazdır.

Bu toy denemeden doğan boşluğa işçi sınıfı ve sosyalist hareket neredeyse iki on yıl boyunca yerleşecekti. Sol güçlendiğinde İslamcısı sosyal demokratı, faşistin Türkçüsü şeriatçısı, sağın liberali muhafazakarı derken, düzen siyaseti bütün silahları birden çekti. İki parti arayan sermaye düzeni, asker masayı devirmese on ikiye, yirmi ikiye kadar gidecekti telaştan. Mümkünse teke inmek üzere!

Darbe sayesinde güçlendiklerini düşündüler. Ama darbe sadece solu durdurmuştu. Solun, kendi küllerinden doğmasının nesnel temeli ise ekonomik-toplumsal-ideolojik yapıdadır. Orayı tahkim etmek ellerinden gelmiyordu. Mühendislerden, askerlerden sonra imamlarla bile denediler!

Bunca maceradan sonra diyebiliyoruz ki, Türkiye ile kapitalizm arasında tarihsel, yapısal bir uyumsuzluk var… Kapitalizmin insanla sorunu var aslında. Türkiye toprağı ise kapitalizmi kusuyor. Yoksa kuruyacak…

Kapitalizm 19. yüzyılda Osmanlı’yı Düyunu Umumiye’ye teslim etmiş, emperyalizm tarafından üstüne iptal damgası vurulmasını mümkün hale getirmişti. Kapitalizm 21. yüzyılda Türkiye’nin cumhuriyetini, laikliğini, bağımsızlığını, birliğini yırtıp attı; herkesi birbirini boğazlamaya teşvik ediyor. Milliyetçiler birbirlerini. İmamlar çocuklarımızı. Talancılar taşı toprağı…

AKP dönemi, düzenin iki partili sistem hayalinin bir kez daha terk edilmesi, tek partiye demir atılmasıdır. Gelinen noktada bizim kadiri mutlak şef, fiyaskonun sorumluluğunu yıkacak zanlı aramaktan bitap düştü. Son olarak “kaybederse Binali kaybeder” dediği rivayet ediliyor. Çözülüşü Yıldırım beyle sınırlı tutmak imkânsız oysa. Tekrar iki partiye çıksak mı?

İyi demişiz gerçekten. İki partili sisteme izin vermeyeceğiz… Vermeyiz!

AKP’nin alternatifi olan cephe de dinci artık. Biri damardan tarikat. Ama öbürünün dinciliği de hiç yapay durmuyor doğrusu. Emperyalistlerle pazarlık tarzı açısından fark olacak tabii. Sömürü mü? Biri fıtrat diyecek emekçiye, öteki sabır dileyecek…

Ama mesele şu ki, sistemin iki partisi de laikliği terk ettiğinde halkın büyük çoğunluğu onları terk etme eğilimine girecek. Pazarlık derinleştikçe bağımsızlığa sarılanlar çoğalacak. Fıtrat ile sabır birbirini tamamladıkça, her ikisini elinin tersiyle itenler yerlerinden doğrulacak.  

Durmayın, kurun cephelerinizi. İki partiye indirgeyin sisteminizi. Boy boy sıraya girsinler ittifaklarınızın arkasında. Altı üstü belediye deyin. Hesap sormayacağız, uzlaşacağız, hep birlikte dua edeceğiz, ölen işçiler için, aç yatan çocuklar için, betona gömülen kentler için deyin…

Bu yolda ilerledikçe çıplak gözle görünüp anlaşılacak ki, gerçekten iki parti var, iki sınıf var: Sermaye partisi ile emekçilerin partisi.