İki haftanın sorusu

Seçimin üstünden iki hafta geçti ve sol seçmenin önemli bir bölümü daha o iki hafta dolmadan elim kırılsaydı noktasına geldi bile. Bu nokta memleketimizde bir sol gelenektir. Ama daha önce bu kadar kısa sürede gelinmesi vaki değil.

Sol seçmen derken kimleri mi kast ediyorum? Hemen söyleyeyim; sosyalizm diyenleri…

İkisi birlikte yüzde 38’i geçen CHP ve HDP’ye bu oyu veren kitlenin topluca sol sayılması boş bir temenninin ötesine geçemez. Üçte biri aşan bir solculuk! Türkiye’nin bugününde imkânsız.

CHP seçmeninde hem bütüne yayılan, hem de belli bir alt bölmenin politik tavrını tanımlayan merkezci eğilim, 7 Haziran 2015’le sınırlı atmosferin hatırına unutulmasın. Hele daha düne kadar CHP’ye faşist demeyi radikallik sananlar hiç unutmaya kalkmasın. CHP tabanında, ayrıştırılması, araştırma yapılmadığı için değil, sınırları esnek ve içeriği kararsız olduğu için hesap edilmesi mümkün olmayan bir sosyalizm tabanı vardır. Bugün, sosyalizm demeyen sol olamayacağı için sol seçmenin buraya daraldığını söyleyebiliriz.

HDP’ye gelince; AKP’den aldığı Sünni Kürt oylarını sol sayacak halim yok doğrusu. Alevi Kürt oylarıysa CHP’de olduğu kadar solcudur elbette. Adres değiştirdiği için politik yelpazedeki yerinde bir oynama olduğunu düşünmek gereksiz. Üçüncü kesim, yani CHP’den kayan kentli oyların burjuva demokratlığı, liberalizm ve sosyalizme bölüştürülmesi mümkün.

Sosyalizmden HDP’ye kayan oylarsa teferruattır. HDP’ci solculuğun fonksiyonu meşruiyet üretimi ve bu sayede diğer oy hareketlerini mümkün kılmaktır. Çok önemlidir, ama o kadar…

Yeri gelmişken, solda sosyalizm seçeneğini canlı tutan Komünist Parti, bu fonksiyonun dışında bir yol olduğunu ilan ettiği için restorasyon solu tarafından linç edilmeye kalkışıldı; yoksa “oyları böldüğü” için değil!

Bu iki partiye dağılan seçmen tabanının nicel olarak ölçmeye kalkmadığım bir parçası kesinlikle sosyalizm yanlısıdır. Verdiği oyu sosyalizmle bağlantılandırarak, tutumunu aklamaya pek kalkışmamıştır. Restorasyoncu falan da değildir. Yani “memlekete burjuva demokrasisi hâkim olsun”, “istikrar yoksul yığınları ve NATO üslerini olduğu gibi korusun” dememektedir. Belki en fazla, toplumdaki Erdoğan nefretiyle arasındaki politik ve –daha fazla- psikolojik bağı riske etmek istememiştir.

Bu parçacıkları topladığımızda sosyalizmin gasp edilmiş büyük bir oy oranına ulaşmayacağız. İlk “elim kırılsaydı” sesi buralardan yükseliyor.

Büyük kütlelerinse yerlerinde durmamaları için bir neden bulunmuyor. Her partinin has malı, sabit oyu vardır. Buralarda sarsıntı yok. Zaten hangisi bir diğerinin tabanına cazip gözükebilir, heyecan yaratabilir ki?

Peki, sandıkta yaptığını sorgulayanların sayıca az olmasına rağmen, neden restorasyona ikna kampanyalarına yükleniyorlar? Okumadıysanız, Galip Munzam’ın Serbest Kürsü’de paylaştığı restorasyon üzerine düşüncelerine bir bakın. Galip’in aktardığı alıntılar restorasyoncuların neredeyse bir histeri krizi içinde ideolojik taarruza kalktıklarını gösteriyor.

Nedir bu telaş? Neden panik halindeler? Neden Ertuğrul Özkök yalvarıyor, geçmişi unutalım diye?

Artık “iki haftanın sorusu”na gelebiliriz. Soru şu: Restorasyon “tutar” mı?

Girişimin bir normalizasyon anlamına gelmeyeceği kesin. “Biz hesap soracağız” iddiasına değil, düzenin iç dinamiklerine de dayandırılabilir bu kesinlik: Kürt sorunu çözülmeyi bekleyen bir şey değil. Suriye ne dağılacak ne geri dönecek. Ekonominin 2000’lerin para bolluğuna dönmesi konu dışı, ama kısa vadede çöküntü yaşanması için bir neden de yok… Ufuk çizgisine kadar uzanan görüntüyü normalleşme değil süründürme olarak tarif edebiliriz. Bu nedenle restorasyonun ülkeyi yeni ve –hiç değilse- orta vadeli bir dengeye, istikrara, statükoya yerleştirme şansı bulunmuyor. Deneyecekler ve bakacaklar ki, sistemi krize sürükleyen gerekçeler ortada duruyor.

Buraya kadarı nesnel durum. Krizi aşmak değil baskılamaktır egemen güçlerin yapabileceği. Bunu bilmiyor olamazlar.

Ancak bu kez baskıyı en gerici, şeriatçı, faşist, militarist kanatlar üstünden, yani toplumun ideolojik-politik denklemini iyice sağa taşıyarak kuramazlar. Restorasyon sağdaki uçurumdan ülkenin merkeze çekilmesi demek, aynı zamanda. En sağdan merkeze yolculukta yüzler sola dönüktür.

Türkiye egemen güçleri bu kadarından bile korkuyorlar. Sayısı pek sınırlı sosyalizm savunucusunun başka mecralara oy veren bölmesinde hissedilen iç sıkıntısı korkutuyor. Oy alamasa da bayrağını sallamaktan geri durmayanların varlığı huzursuz ediyor. Restorasyona meşruiyet kazandırmak için sola mecbur olan düzen, bu meşruiyeti otomatiğe bağlayamayacağını hissediyor.

Restorasyon normalleşmeyi getirmez. Bu işin objektif kısmı. Solda kimse parmağını kımıldatmasa bile olmaz.

Ama restorasyon denemesi solun yeniden kişilik kazandığı, kitleselleşme antrenmanlarına çıktığı, sosyalizmin toplumsal bir seçenek olarak algılanmaya başlandığı bir evreyle noktalanır mı? “Tutar mı” diye özetlediğim, “iki haftanın sorusu”nu böyle açmış olayım…

Tarih bazen cilveleşir devrimcilerle. Bu sorunun yanıtı tamamen bize bağlı hale gelmiştir.