Hiçbir Şey Eskisi Gibi… AYDEMİR GÜLER

Susurluk günlerinin hiçbir şey eskisi gibi olmayacak sözü solun dilinde bir iddiaydı. Aynı ifade kontrgerilla gündemini balans ayarıyla kapatmak isteyenlerin laf ebeliğini yansıttı. Hatta bilumum soyguncu ve faşist, aynı kelimelerle oynayarak temiz siyaset kampanyasına katılma yüzsüzlüğünü gösterdi.

Geleceğini göremeyen geçmişte yaşar. Dünyada ve Türkiye'de geleceği temsil eden solun içinde, on yıl önceki sloganların süslediği rüyalarla tatmin olanların bulunması acıdır. Oysa on yıl sonra bir kez daha tüm çarpıcılığıyla karşımıza dikilen kontrgerilla gerçeği, zamanında hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına samimiyetle inanan önemli bir kitlede yıkım etkisi yaratmış olmalıdır. Bu kesimin kendi payına çıkaracağı ders "öyle büyük konuşmamak lazım"dır. Eğer böyleyse "bir zamanlar ne biçim eylemler yapmıştık" teselli bile olamaz. Ama bugünün doğruları hep geçmişin eleştirisinden çıkar ya da esinlenir.

Sorun ne sözcüklerde, ne de iddialı olmakta. Sol, Susurluk günlerinde değişim müjdelemekle yanlış yapmamıştır. Sorun müjdelenen değişimin nasıl tanımlandığıyla ilgilidir.

O dönem solda öne çıkan yaklaşım, kendisini taraflaştıramadığı bir genel temizlik kampanyasının parçası olmaya yönelmişti. Oysa kampanya ne kadar fazla kesimi içine alırsa, o denli güçlü olmamış, tersine sahtekarlık bulaşmış, depolitize olmuştur. Zaten yeterli güce ve dolayısıyla inandırıcılığa sahip olmayan solun başkalarından ayrı konumlanmaktan, kampanyanın bütününü karşısına almaktan başka şansı da olamazdı.

Peki şimdi?

Şimdi ortada temizlik kampanyası falan yok. Düşünün, düzen cephesinde kontrgerillaya en uzak olduğu varsayılan parti AKP'dir! Kontrgerillayı minimize etmek gerek diyen başbakanı, karanlık kariyer şampiyonu içişleri bakanı, Hrant Dink dahil birçok kişiyi hedef gösteren 301'ci adalet bakanı ve diğerleriyle...

Sonra, 1990'ların ikinci yarısındaki temizlik kampanyası toplumun önüne kurulan bir podyumda, sahtekarların da tabi olduğu araçlarla yürütülmüş ve solun öne çıkan unsurları bu podyumda arzı endam eylemekten yüksenmemiştir. Hatta bu araçları benimseyenin medya tarafından öne çıkarılması, düzenin solu terbiye etmesinin yolu olmuştur.

Sonuç ne oldu peki?

Buna sadece 1990'larla değil, bugünden bakılarak da cevap verilebilir. Hürriyet gazetesi milliyetçiliğin kitlesel olarak açığa çıkması, cesaretlenmesi için anket düzenlemektedir. Milliyet sorumluluğun polis ve istihbaratla sınırlı tutulmasını gözeten bir diğer ankete girişmiştir. Tercüman gibileri en sıcak günlerde "Hepimiz Türküz" manşetiyle kontrgerilla adına meydan okuma cüreti göstermiş, Akşam aynı sıcaklıkta İçişleri Bakanının halkla ilişkiler temsilcisi olarak yayın yapmıştır.

Diğerlerini boşverelim medyadaki mutlak gerileme solun medyatik araçlara yaslanmasının ne kadar boş olduğunu göstermekte değil midir?

Keşke Türkiye'de Susurluk günlerinde sol gerçek ve kişilikli bir mücadele vermiş ve yenilmiş olsaydı. Kontrgerillanın varlık nedenini oluşturan ve somut olarak alçakça operasyonların çok büyük çoğunluğuna doğrudan maruz kalmış olan sol, taraf olamamış, bypas edilmiştir.

Peki sol neye dayanacaktır? Kimi yanlışlar bunlarsa doğrusu nedir?

Başlangıç noktası siyasal bağımsızlık olabilir yalnızca. Sol, düzen parti ve kurumlarının iç hesaplarını gördükleri çamur deryasında gemisini yüzdürmeyi değil, bu platformu karşısına almayı seçmelidir. Bağımsız akıl burada başlar.

Ve yalnızca örgütlenerek devam edebilir. Solun o zamanki ana eğilimi, kitleleri örgütlülüğe çekmek için, bağımsız aklını paylaşmak için "zorlamak" yerine mümkün olan en basit, en az yorucu biçimlere, örneğin elektrik düğmesini açıp kapamaya davette bulunmuştur. Kitleler, sol siyasetin ileri çekici müdahaleleriyle değil düzenin kirliliğiyle yorulmaktadır. Solun sağlıklı, kişilik kazandırıcı müdahaleleri ise şarj etme özelliğine sahiptir.

Kontrgerillayla mücadele edilecekse yakın tarihin bu yanlışlarından uzak durulmalıdır. O zaman hiçbir şey eskisi olmayacak sözü kitleleri yeniden heyecanlandırma şansına sahip olabilir.