Hangi CHP?

Sosyal demokrasi yoluna girdiği o tarihsel andan bu yana CHP’nin üç önemli lideri oldu. Kuruluşuna Mustafa Kemal’in, en uzun dönemine İsmet İnönü’nün damga vurduğu bir partide, liderlik kültü önemli olacak elbette.

Ecevit hem bu zemine oturdu hem de kültü derinleştirdi. Aslında değişimi İnönü başlatmıştı ve anlaşılan İsmet Paşa açtığı yolu kendisinin dolduramayacağının tamamen bilincindeydi. Neyse...

Batı’nın orijinal sosyal demokrasi deneyimi soldan sağa akar. Bülent Bey’in rotası sağdan solaydı. Soldan gelinse ne kadar gidileceği üç aşağı beş yukarı kestirilebiliyor. Sağda liberalizmin, muhafazakarlığın, milliyetçiliğin parsellenmiş arsaları var zira.

Ama bizde farklı mantıklar işledi. Önce sosyalizmin yarattığı çekimi bloke etmek için rol üstlendi CHP. 1960’ların ikinci yarısıydı. Baraj sağda, TİP’in şut çekmeye hazırlandığı noktadan uzakta kurulduğunda etkisiz kalıyordu. Nizami mesafeyi de ihlal etmek pahasına, sosyalizm, sosyal demokrasiyle kuşatılmalıydı. CHP’nin solculaşması bundan ibaret değildir tabii. Arkasında sınıfların gelişmesi, kentleşme gibi süreçler de yatar. Ama işin özü budur.

Sonra sosyal demokrat kuşatma ve sulandırmanın yardımıyla faşizm baskıladı sosyalizmi. Solda önünü kesmekle uğraşacağı önemli bir kuvvet kalmayan CHP, sağa doğru serbest salınım göstermeye başladı. Ecevit’in kişisel liderlik becerisi, artık “toprak üretenin” önermesinden değil, “Öcalan’ı içeri atmak”tan beslenen bir evreye de imza atabilmesinde.

“Ne becerisi yahu” diye tepki gösterilebilir. Ama oportünist bir harekete oportünist lider yakışır...

Bilim adamı Erdal İnönü’ye hem dönemin sendikal yükselişini kucaklamak hem de özerkleştirme falan diye IMF reformlarına kapı açmak, hem HEP’le ittifaka girmek hem de Türkeş’le beraber Ergenekon törenine gidip örse çekiç vurmak gerçekten fazla gelecekti. Oportünizm Erdal Bey’in üstünden döküldü ve kendisi lider listesine giremedi.

Dolayısıyla ikincisi, Deniz Baykal oluyor. Deniz Bey, dışa değil içe dönük bir performansın insanıydı. Buna kariyerizm mi deniyor, yoksa!

Kariyerizm siyasi iktidar mücadelesinin önüne geçebilen bir tutkudur ve Baykal kariyerizmi, CHP’nin iktidardan kaçış serüveniyle iyi bir bütünlük oluşturmuştur. Ne söylenebilir ki hakkında? Bir yazıda Kılıçdaroğlu ile karşılaştırarak, aşağı yukarı şöyle tarif ettiğimi hatırlıyorum:

Baykal, AKP’nin Cumhuriyet’i tasfiye harekatına nafile ayak diriyordu. Kılıçdaroğlu, tasfiyenin tamamlandığını veri aldı. Bu anlamda son CHP, “İkinci Cumhuriyet’in Halk Partisi.” Lakin İkinci Cumhuriyet’te vatandaş ve halk türünden terimlerin modern içeriklerine yer yok. Bu durumda Kemal Bey, sonsuz bir beceriksizlikle halk ile cemaati buluşturmaya çalışır. Alevi olduğunun söylenmesini bu nedenle bir zayıflığının açığa çıkarılması olarak hisseder. Amerikan çıkarlarına ters düşme olasılığı varsa, bu nedenle ters yöne koşar.

CHP’nin sosyal demokrat tarihinin üç lideri bunlardır ve daha öncesinin hiç de solculuk yakıştıramayacağımız ikilisiyle uzaktan yakından karşılaştırılmaları kabil değildir.

Ve şimdi CHP krizdedir.

Son helikopter meselesi, bu krizi taçlandırıyor veya üstüne tüy dikiyor!

“Türkiye gerekeni yapmış”... Öyle mi! Peki, aşağıda tekbir getirip kafa kesenler kim? AKP’nin gerekeni yaptığını söylemek, “ben olsam aynısını yapardım” demektir.

Aşağıdakiler komşu ülkeyi yağmalayan toplama bir çete. Mevcudu birkaç onbindir ve Şam’ın ayakta kalmasından sonra, bunların “Türkiye’nin teröristleri” olmaları kaçınılmazdır. Hem etrafı hem de bizim ülkemizi yakacaklar. “Gerekeni” bundan nasıl ayıracaksın!

Bu noktaya başka yazılarda döneceğim. Yukarıdakini giriş sayın. “Bir hatadır oldu” demenin imkansız olduğunu, CHP’nin krizinin tarihsel arka planını gösteren bir hatırlatma...