Haklı çıkmak

Geçtiğimiz haftalarda Mustafa Suphi ve on beş yoldaşı anıldı. Bakü’den Ankara’ya sosyalizmi bir seçenek olarak sunmak için geliyorlardı öldürüldüklerinde. Doksan yedi yıl sonra partileri tarafından “halkın seçeneği güçleniyor” başlığı altında düzenlenen toplantılarla anıldılar. 

*    *    *

Siyasette haklı çıkmanın övüncü sağlıksız bir güdülenmedir. Siyasal mücadele iktidar hedefiyle yürütülür çünkü. İktidardan uzak kalıp haklı çıkanlar, birilerinin kafasının etini yiyebilirler, ama ne fayda… 

Haklı çıktığını bütün dünyaya haykırmak veya kimilerine hatırlatmak insani ve belki de entelektüel bir gereksinim olabilir. Siyasette kendi başına kimseye bir yararı olmuyor.

Ama bu, tersini doğru yapmaz. Defalarca yanlışlananların ortalıkta bir şey olmamış gibi gezmelerine, afra tafralarından geçilmemesine aldırmadan, bunu sineye çekerek siyaset yapılmaz. Siyasetin tamamı değilse de önemli bir kısmı sözden oluşur. Ben haklı çıktım’ın tek başına yararı yok; ama başkalarını haksız çıkmış olmalarıyla yüzleştirmek siyasetin olmazsa olmaz parçasıdır.

*    *    *

Üstünden bir yıl bile geçmedi. 2017’nin Haziran ayında Kılıçdaroğlu yürüdü. Yalnızca konumu ve görevinin öyle gerektirdiğini kabul edebileceğimiz CHP’liler değil, Türkiye solunda duyan duymayan Kemal beyle aynı karede yerini almak için koştu. 

Koşmakla kalmadı önemli bir kısmı. “Adalet talebi haklı ve saygındır, ama adaleti bu yürüyüşte arayan yanılır” dedik diye, söylenmedik laf kalmadı hakkımızda. Kimse alınmasın -alınmak yerine, ben öyle yapmadım desin; çünkü bir genelleme yapacağım: Türkiye’nin ilerici aydınları Haziran’da sınıfta kaldılar. Koca koca sosyalist liderler Kılıçdaroğlu’nu övdüler. Doğru haber verdiği kabul gören gazeteciler, Kemal beye söz söyletmeyiz diyorlardı. Halkın sevgi ve saygısını toplamış aydınlar, sanatçılar mutluydu, (sanki) tarihe tanıklık ediyorlardı… Öyle demeç verenler bile oldu.

Meğer sıkışan gaz tahliye ediliyormuş! 

CHP Kongresinin neresinde Adalet yürüyüşü vardı? Ben söyleyeyim, hiçbir yerinde. 

CHP Kongresinde “yahu bu yürüyüş, mürüyüş, kurultay falan… sıkışan gazı tahliye etmek için miydi” havası vardı. 

Şimdi, herkes değil, ama hiç değilse yürüyüşe koşan, başkanla resim çektirme sırasına giren sosyalist siyasetçiler, bir şey olmamış gibi mi davranacaklar? Bir şey olmamış gibi de değil, küçük ve büyük dağları -yarattıklarını söyleyemiyorlar neyse ki- yaratacaklarını anlatmaya devam edecekler mi?

Bu arkadaşlara ayna tutulmadan olmaz.

*    *    *

Bütün sosyalistlerin HDP’ye çağrıldığı dönem daha eskide kaldı. 

2010’da sosyalist hareketin en önemli parçaları kısmi Anayasa referandumunda hayır tavrında ortaklaşmışlardı. Yetmez ama evet sloganının foyasını bu tutum açığa çıkarttı aslında. Diğer yanda ise boykot üçüncü bir sol seçenek olarak Kürt siyasetince gündeme getirildi. 

Referandum tekniği, boykotu ayrıca hesaba katmadığından, oy kullanma oranının düşmesi evet’in işine yarayacaktı. O günlerde açıkça söylenen, dile getirilen bu gerçek şimdi yeniden ve tersinden yazılıyor.

Her zaman kişisel üslubu ve kalitesiyle mevcut burjuva siyasetçilerinden farkını belli eden Demirtaş, mahkemede AKP hükümetini çok zor duruma düşüren bilgileri masaya çarpmanın yanında, tarihi baştan yazma işine de koyuldu. 

O dönem Kürt hareketi AKP’ciydi, çözüm ve barış dillerden düşmüyordu ve 12 Eylül 2010 referandumunda hayır deme olasılığı yoktu. Eee, evet mi diyeceklerdi? Ama o zaman solculuk alanı tamamen terk edilmiş, sahipsiz bırakılmış olmaz mıydı?

“Özgürlükçü Solcu” denen öncü ve yüzsüz liberal tayfanın sırtında yumurta küfesi yoktu. İki üç minik grup ile ana akım medyanın ekranlarını, sayfalarını hediye ettiği bir grup entelektüel, EMEP, Halkevleri, ÖDP ve TKP’nin hayır bloğunun yanından bile geçemezdi. Ama varlıkları yetti. Sol hayır dememiş oluyordu! Solun bile hayır diyemediği bir ortamda Kürt hareketinin boykotu hiç yoktan iyiydi, AKP karşıtları açısından. 

Bu senaryonun, sekiz yıl sonra Kürt siyasetinin AKP’yle mücadelesi, bugün ödenmekte olan bedelin kaynağını oluşturan radikal, onurlu tutum olarak karşımıza çıkartılması kabul edilemez. 

Hele son kongrede bir yetmez ama evetçi HDP’nin tepe ikilisine seçilmişken…

Haklı çıktık demek için siyaset yapmıyoruz, ama bu başkasının yanlışı örtme çabasına sessiz kalacağız anlamına gelmiyor.

*    *    *

Halkın seçeneği sosyalizmdir ve günümüz koşullarında solun hak ettiği alanı sömürü düzeninden söküp geri almamızı engelleyecek bir güç yok. Üçüncü havalimanı işçilerinin yaşam koşulları için, metal işçilerinin ücret ve hakları için, İzmirli emekçilerin haksız zamma karşı, şeker işçilerinin fabrikalarına sahip çıkma mücadelelerinde ve diğer başlıklarda solun alanını söke söke alacağız. 

Solun alanı dediğimiz şey ise, iki düzen solunun, CHP ve HDP’nin dışında bir yurtsever emekçiler tarafının açılması, kurulması anlamına geliyor. 

Bu yüzden haksız çıkıp da etrafta bir şey olmamış gibi gezenlere ayna tutmak gerekiyor.