Günlerin getirdiği…

Şimdilik bizim haklılığımızdır. 

Güzel ama yetmez…

Haklılık iyidir de; farklı alanlarda farklı işlev ve anlamlara sahip olur. Kişisel yaşantı, bilimsel bilgi veya siyasal mücadelede “haklılıklar” birbirine benzemez ve aynı sonuçları vermez. Haklı çıkmak her zaman bir meziyete kanıt oluşturur ve farklı alanların ortak paydası olsa olsa budur. 

Komünistlerin en büyük meziyeti sömürüyü yok etme tutkusudur.

Siyasal mücadelede haklı çıkmanın üstüne kibir çok kolay bina edilir ve övünç payı çıkarmanın en zararlı biçimleri de siyasette ortaya çıkar. Siyaset her zaman ikna etme ve güç biriktirme işidir. Oysa haklılıktan duyulan övünç, ikna etmeye değil tepki toplamaya kolaylıkla dönüşebiliyor. Güçlenmek de haliyle hayal oluyor. 

Bir de haksız çıkanlar var. Onların kendilerine övünç yerine utanç payı çıkarmaları, müdahale ve mücadeleden çekilme anlamını içerecektir. Çoğunlukla bu yola girmek insani bir erdem gerektirir. Siyasetçiler çoğunlukla insani erdemler dahil her şeyi siyasetin aleti olarak kullanabilecekleri yolunda bir meslek hastalığından mustariptirler! Hele Türkiye’de bunun çok ağır bir enfeksiyon olduğunu biliyoruz. Bizim buralar, galiba başka yerlerde rastlananın ötesinde bir ego bataklığı!

Hal böyle olunca biz haklılığımızla kibir tepelerine tırmanmasak da, karşıt veya ayrı siyasal öznelerin beklentisi budur. Beklenti değil varsayımları budur. Ne yapsınlar ki? Pratik gözlemleri çoğunlukla hep bu yönde olmuştur. Ama öte yandan bizim ısrarlı ve istikrarlı haklılığımız karşısında buldukları biricik çare de bizi kibrimizde boğmaktan ibarettir. Başkalarının bizi kibirli olmakla suçlamaları genellikle gerçekçi bir saptama olmuyor; bizi itmek istedikleri batağı ifade ediyor. 

Haklılığımızın aptalca bir tuzağa dönüştürülmesine izin vermeyiz. Çünkü yukarıda siyasetin kuralları gibi düştüğüm notlar, aslında burjuva siyasetinin ruhuna aittir. Komünizm başka bir dünya arayışının yanı sıra, bugünden başlayarak başka bir siyasetin, siyaset kültürünün de inşasıdır. Komünistler “siyaset yapmaz”, işçi sınıfının ve insanlığın kurtuluşu için uğraşmak bir yaşam biçimidir. Engels’in olağanüstü deyişindeki gibi, özgürlük zorunluluğun bilincidir. Mücadele bir zorunluluktur ve sömürü düzeninin içinde yaşarken özgürleşmenin biricik yoludur. 

Günler yalnızca haklılığımızın yeni kanıtlarını getirmemeli, komünizm davasına ikna olanları arttırmalı. Türkiye tarihinde komünistlerin, birkaç kez hissedilen altın çağları aşan bir güç biriktirmesi mümkündür. Bunca haklılık yalnızca böyle bir sonuca yaramalıdır.

*             *             *

“Sağa karşı sağcılıkla mücadele edilmez” dedik örneğin. Düzen solu sağa karşı sağcılıkla mücadele etmeyi benimsedi; bu değişmez. Ama biz haklı çıktık. Düşünsenize; AKP merkezli bu deli saçması, sahtekarlık sistemi, bugün AKP’yi seçmen düzleminde de azınlığa ittirenler tarafından reddedilseydi. Dayattığı hukuksuz kararlar, seçim sonuçlarına müdahaleler tanınmasaydı… Türkiye’de sağcılığın sahtekarlık, dinciliğin ahlaksızlık, işbirlikçiliğin onursuzluk olduğu genel kabul haline gelmişti bile! Örneğin öyle bir durumda laik ve solcu siyasetçi/gazeteciler 23 Haziran gecesi kutlama için çıktıkları sokaklardan dönüp biraz dinlendikten sonra, Salı günü yayınlanacak İmamoğlu eleştirilerini yazmak üzere bilgisayar başına geçmek zorunda kalmazlardı. 

Haksız çıktılar diye geri çekilecek halleri yok ya! “Siyaset yapıyorlar…”

“En kötü” sağın geriletilmesi veya yenilgiye uğratılmasına insanlar sevinsin elbette. Ama yeni gelenin boynuna sarılmak, kefili olmak… haksız çıktılar. Akşener’in partisinin değiştiğine ikna olmuşlardı. Şimdi Babacan ve adamlarının günahlarını hatırlamanın zamanı değil denmeye başladı. 

Syriza dalgasını bizim çocukların devrimi diye kutlayanlar, Ege’nin karşı kıyısında sağa karşı sağcılıkla mücadele konusunda haksız çıktılar. 

Dincilik ve emperyalizme teslimiyet farklı görüntü ve dozlarda devam edecek. Bu yeni biçimleri ehveni şer saymakla mı dinciliği ve emperyalizmi geriletirdik, yoksa aydınlanma ve yurtseverliği ilkeselleştirerek mi? Çok haklıyız. 

En az haklı olduğumuz ölçüde ikna edici olmalı ve güç arttırmalıyız. 

*             *             *

İBB’yi Koç kazandı ve biz haklı çıktık. Kapitalizm adi bir hırsızlık biçimi almadığı durumlarda da özü itibariyle sömürü sistemidir. Sermaye sınıfını aleni talana yönlendiren Erdoğan veya Trump’ın kişiliği değil, kâr oranlarını yükseltme ihtiyacıdır. O nedenle sermaye sınıfımız Kenan Evrenci ve Özalcı olmuştu zamanında.

Syriza’nın hükümet yılları, şovenist bir partiyle koalisyon kurarak ve başka yollarla faşizmi aklamaya yaradı. Syriza’nın hükümet yılları, krizi emekçi halka kan kusturarak aşmayı savunan Yeni Demokrasi’ye iktidar yolunu açmaya yaradı. Syriza’nın solda körüklediği umut, şimdi iki partiye bölünmüş bir sosyal demokrasiye fit olunmasına dönüştü. Ama haksız olduklarını kabul etmeyecekler. Şimdi Yunanistan’da sağa karşı sağcı olup mücadele etme stratejisi, en geniş demokrasi cephesinde buluşma çağrısına dönecek. Düzeni eleştirmenin ve yıkmanın zamanı değildir; denecek…

Haklı çıktık. 

AKP’nin içinden çıkmakta olan yeni partinin karşıdevrimin bütün sorumluluğunu paylaştığı konusunda bir bilgi eksiği yok. Ancak sağa karşı mücadelede bugüne kadarki sağcılığın yetersiz kaldığı, cephenin daha da genişlemesi gerektiği pişirildi bile. Düzeni eleştirmenin zamanı değildir; denecek… 

Haklı olan biziz.

*             *             *

Günlerin getirdiği şimdilik haklılığımızdır ve bundan ibaret bir sonuç ikna edici değildir. Haklılık, daha çok insanın koluna girmek için meşruiyet ve güven kaynağı olmasıyla değerlidir. Daha çok insanın koluna girerek, başkalarının bize açmak istediği kibir tuzağının üstünden atlanılır. 

Türkiye’de sol geçmişindeki birkaç “altın çağ” dönemini aşacak imkanlara sahiptir ve bu imkanı değerlendirmek için önce haklılığımızı doğru kullanmayı bilmek gerekir.

Bizim tutkumuz haklı çıkma değil, sömürüyü yok etme tutkusu. Siyaset yapmıyoruz, bu tutkuyu paylaşıma açıyoruz. Haklı çıktığımız için paylaşmamız daha meşru. Haklı çıktığımız için kendimize daha fazla güveniyoruz.