Gericiliği yeneriz

Yenebilir miyiz, gerçekten?

AKP’nin Ortaçağ’dan fırlayan bir acayiplik olduğu tezi zamanında gericiliğe direnen Kemalistlerin teziydi. Yanlıştı. 21. yüzyılın imamları olmadık istisna değillerdi, olmadık bir saçmalığı, anlamsızlığı temsil etmiyorlardı. Gericilik modern kapitalizmin ilerlemesinin ürünüydü.

Bu nedenle yanlış olan tez durumu açıklamıyor, olmadık dualara kapılıp kah sermayenin kimi kesimlerinin kah emperyalist-kapitalist dünyadan kimi aktörlerin söz konusu sapmayı süpürmelerini bekliyordu. Yanılmaya ve yanıltmaya mahkumdu.

Üstelik yorgunluğa, enerjisizliğe de mahkumdu. ABD’nin, AB’nin, Tüsiad’ın, “milli” sermayedarların gericiliğe enerji aktardıkları, aralarındaki çelişkileri pazarlık ölçülerinde tuttukları bir ortamda, gericilik karşıtlarına kala kala korku kalıyordu.

Korkudan kuvvet çıkarma modeli hayvanlar dünyasında -o da zaman zaman- geçerli olabilir. Karanlığın canavarları tarafından tehdit edildiğini hisseden insanlar neden köşeye sıkışmış kedi refleksi vereceklerdi ki? Daha akla yakın olan gerçekleşti ve AKP’nin hayatını birkaç yıllığına zorlaştıran toplumsal direnç çöktü.

O çöküş bizi de bağlar. Yanlış düşünenlerin çöküşü, sadece kendi kendisinin değil, sosyalist aydınlanmacılığın da alanını daralttı. Gericiliğin yenilmez sayıldığı boğucu bir ortam… 2013 Haziran’ına kadar sürdü ve olabilecek en görkemli biçimde son buldu.

Yeni yanlış tez, gericiliği yenebilmek için örgüte, örgütlenmeye, programa, önderliğe gerek olmadığı tezi olacaktı.

Oysa gericilik, tekrar olacak ama, sermayenin ve emperyalizmin bizim ülkemize biçtiği elbiseydi. Bu gücü, nedensiz gerekçesiz açıklamasız, hafife almak yanlıştır. Karşı cephenin çelişkileri, gericiliği durdurmak ve püskürtmek gibi niyetleri kapıdan bile sokmayacaktı. Dertleri sistem adına Türkiye’nin yönetilebilir olmayı sürdürmesiydi.

Nereye gideceğini bilmeyen bir toplumsal hareket herhangi bir yere gidemez. Yol haritasını sağlıklı bir “ilericilik” çizemezse, düzenin yönlendiriciliğini tesis etmesi kaçınılmazdır. Böyle yenemeyiz.

Gericiliği hafife alan, dalga geçerek, mücadeleyi siyasallaştırmaksızın onu yenebileceğini düşünen bir “Gezi tezi”den söz edilebilirse eğer, bu tez yenilmiştir. Bu ikinci yenilgi ilkinden daha ağır etkiler yaratarak yine bizim açımızdan da bağlayıcı oldu.

Çünkü “daha ağır etkiler” meselenin düğümlendiği noktaya yığıldı. Türkiye’de Haziran Direnişinden sonra solun tasfiyesine yönelik büyük bir operasyonun sahnelenmesi rastlantı değildir.

Programsız, siyasetsiz hareket fikri tasfiyecidir. Bu anlama gelen parlamentarizm ve onun ilk versiyonu olarak CHP’nin gericilikle bütünleşmesini aklayan “bas geç” sloganı tasfiyeciydi. Geçen yılki, yeni sosyal-demokrasi olarak HDP’nin yükselişi solun tasfiyesiydi.

Şimdi tasfiyecilerin tasfiyesini yaşıyoruz!

İlericilik adına korkudan enerji çıkaramazsınız. Siyasetsizlikten enerji çıkaramazsınız. Sosyal-demokrasinin bekleme odasından enerji çıkaramazsınız.

Ama biz gericiliği yenebiliriz!

Düzenin ve gericiliğin gücü kurdukları bütünlükse, ilericiliğin enerji kaynağı bu bütünlüğün bilincidir. Aynı anda dinci gericiliğe, sermaye zorbalığına, emperyalist tahakküme karşı bir emekçi mücadelesi vermeye var mısınız?

Gericiliğe karşı Aydınlanma Hareketinin deklarasyonunu bir de bu açıdan okuyalım… Gericiliği ancak böyle yeneriz.