Geri dönüşü olmayan yol

AKP ile tarikat arasındaki çatışmanın zamanlaması ilgi çekici. Kasım 2013 ile Mart 2014, hem birincisi diğerinin arifesi denecek kadar yakın, ama araya başka bir konjonktürün girmesine yetecek kadar uzaklar. Mart yalnızca yerel seçimlere işaret etmiyor. AKP’nin Haziran Direnişinden sonra gireceği seçim turnikesinin başlangıcını temsil ediyor.

Haziran’da Erdoğan’ın ipinin çekilmemesinin nedeni hazırlıksızlıktı. TBMM’deki üç muhalefet partisi ve Meclise gömülmüş haliyle Gülen tarikatı, AKP hükümetinin devamını tercih ettiler. Bir teki bile AKP’siz Türkiye’ye hazır değildi. Geniş tanımıyla, yani büyük sermayeden devlete ve emperyalizme uzanan egemen güçler de öyle.

Erdoğan açısından Haziran’daki bu alternatifsizlik durumu, artık geri dönüşü olmayan bir yola girildiğini örtemez. Sorun bir zamanlama meselesi ve egemen güçler, Türkiye kapitalizminin ve İkinci Cumhuriyet rejiminin bugünkü AKP ile sürdürülemeyeceğini görmemiş olamazlar. Alternatif hazırlığı için zaman lazım.

Başbakanın Mısır’da Müslüman Kardeşler’e karşı yükselen halk hareketine ve ardından gelen askeri darbeye yaptığı göndermelerin anlamı açıktı. Erdoğan iktidardan düşürülmesine yönelik girişimler karşısında iç savaşı göze alacağını ilan ediyordu. Egemen güçlerin böyle bir sentezi benimsemeleri mümkün değildir.

Egemenler iç savaşı en son 1970’lerin son yıllarında göze almışlardı. O günler Türkiye’nin şu veya bu biçimde sola kaymasına, sosyalizme açılmasına sahne oluyordu ve bunun engellenmesi için düzen cephesinin kol kola girmesi son derece anlaşılır bir durumdu. Bugün bunu gerektirecek bir devrimci ağırlık söz konusu değil.

İç savaşın düzen için makul bir yol haline gelmesinin, olsa olsa Ortadoğu bütünlüğü içinde, örneğin sınırların yeniden çizilmesi bağlamında bir temeli olabilir. Bu sonuncusu, büsbütün yok denemez. Ancak Türkiye bu şekilde gelişigüzel oynanabilecek bir ülke değildir. Türkiye Arap komşularında olduğuna benzer ölçülerde destabilize edildiğinde dünyanın kritik bir hesaplaşmaya tam boy gömüleceği açıktır. Bu günden çok uzak olduğumuzu veya bunun mümkün olmadığını söylemeyeceğim ama bu seçeneğe karar verecek kişi Erdoğan olamaz.

Erdoğan’ın düzene bütün günahlarını affettirecek kadar sevabı var. Özelleştirmeler, sosyal devletin yerine sadakanın geçirilmesi, emperyalizmin yönelimlerini tıkayan bir dizi tıpanın yerinden oynatılması, dinselleştirmede gösterilen cüret... Ama gelinen noktada bunların daha makul ellerde sürdürülmesinin tercih edileceği açıktır.

Bu yol, bana sorarsanız geri dönüşsüz.

Dolayısıyla AKP ile egemen güçler blokunun başka unsurları arasındaki çatışmalar da büsbütün sönmeyecek. Öte yandan nasıl düzen cephesi Erdoğan’ın iç savaşın fitili yakmasını meczupluk sayacaksa, çatışmaları benzer bir patlamaya sürüklemekten herkes kaçınacaktır.

Bu noktada şu ara sonuca varabiliriz: Çatışma durumu geri dönüşsüz olmakla birlikte, Mart’a kadar bir veya daha fazla ateşkes ilan edilmesi hiç şaşırtıcı olmaz.

Ateşkes kavga çıkartmakta inisiyatifi elinde tutan hükümet açısından başarı anlamına gelir. Tarikat ise alternatif hazırlığı için uygun ortamın yaratılmasını gözetecektir. CHP’nin devreye Sarıgül veya Derviş modelleriyle katılacağı açığa çıkmış bulunuyor. MHP, katkısı istenmeyecek kadar kirli ve yorgun. Kürt muhalefeti süreci varlığını unutturmayarak geçireceğe benzer...

Solda ise AKP karşıtlığının çok çekiştirileceği anlaşılıyor. Solu yedeklemek üzere “faşizme karşı en geniş demokrasi güçleri” ezberinin raflardan indirilmesi mümkün. Ancak Haziran Türkiye’si tarikatlara, işbirlikçilere uzanan bir demokrasiye asla sığdırılamayacak.