Gerçek (…) bu değil

Türkiye solunda bölünmüşlükten şikâyet hiç bitmedi. Bazı arızi ayrılıkların giderilmesi gerekebilir elbette. Ama şikayetçiler çoğunlukla birbiriyle organik bir bütünlük kazanması mümkün olmayan dinamiklerin birleşmesini dilemektedirler.

“Niye birlik değilsiniz?” sorusunun, eğer sıradan bir didişme için değil de, samimi bir anlama, sorgulama amacı taşıyorsa, açılması gerekir: “Kiminle?”

Toplumdaki yaygın algıya göre sol kabaca üç yola ayrılmış durumda:

Geleneksel sosyal-demokrasi, bildiğimiz CHP yani.

Ben “Yeni sosyal-demokrasi” diyorum: HDP.

Ve sosyalizm… Türkiye’de sosyalizm ve komünizm çoğu zaman birbirinin yerine kullanılır.

Bu üç yol birleşmez, birleşemez, birleşmemelidir.

İşçi sınıfını siyaset sahnesine taşımak, temsil etmek gibi bir tarihsel misyonla tanımlanan komünist harekete “oyları bölmemek” veya son zamanlarda görüldüğü gibi “ya yüzde onu geçemezlerse” basıncı uygulamak haksızlıktır. Bıraktım yüzde hesaplarını, sosyalizm zayıfsa işçi sınıfı temsilcisiz demektir. İşçi sınıfı siyasette temsil edilmiyorsa sömürü, eşitsizlik, yozlaşma, yani her tür musibet freninden boşalır. Sosyal-demokrasilerin işçi sınıfı partisinin önünü tıkadığı koşullarda, aklı başında, vicdan sahibi herkesin şikâyet ettiği düzen hep kötüye, daha kötüye gider.

*             *             *

2019 seçimlerinde bu baskı hissedilir ölçüde azaldı. CHP’nin çoktandır yaşadığı ANAP’laşma süreci mantıksal sonuçlarına ulaştı. Artık sınıf, ideoloji, siyaset farkı kalmadı! CHP, propaganda filmindeki gibi, ulusun “aynı belediye otobüsünde” olduğu uydurmasına dönüştü. Aynı otobüste olmadığımızın yaşamın her anında şiddetle hissedildiği, çocuklara tecavüz edilen ve azgınca başkasının emeği gasp edilen bir toplumsal yarılma ortamında “birlik beraberlik” fantezisi bir parti olarak sosyal-demokrasinin silinmesi biçimini almıştır. Kimseden farkı olmadığını ilan eden bir CHP, yalnızca keskin bir taraflaşmayla anlamlandırılabilecek “oyları bölmemek” argümanını kullanamaz.

HDP ise o eski Türkiyelileşme sloganını bir ara çöpe atmış olmalı ki, ülkenin yalnızca da Batısında değil, sayısız yerleşiminde kendisini siyasetten düşürmüş bulunuyor.

Ancak sanmayın ki, bu tablodan memnuniyet duyuyoruz.

Doğru olan bugün gelinen nokta değildir. Doğrusu geleneksel ve yeni sosyal-demokrasilerin siyaset alanını boşaltmaları değildir. Programlarına, politikalarına, taktiklerine, davranış biçimlerine hiç mi hiç katılmadığım bu akımların geri çekilmelerine sevinmiyorum. Hatta üzücü geliyor bana…

*             *             *

Her parti bir kurumsallıktır. Adı geçen partiler de örgütleriyle, temel yaklaşımlarıyla, gelenekleriyle, ellerinde tuttukları kazanımlarıyla, işleyiş mekanizmalarıyla birer kurumsallıktır. Parti ile egemen düzen arasındaki bağları bu kurumsallığın içinde tanımlayalım.

İşin bu kısmında ortak yanımız yok denecek kadar az olabilir…

Ama bir de her köklü akım veya partinin beraberinde taşıdığı kimi değerler ve o değerlerle kendisini tanımlayan toplumsal tabanları vardır. CHP söz konusu olduğunda bu tabanın değerleri içinde modernleşmeye, ilerlemeye sempati vardır. Laiklik, cumhuriyetçilik vardır. Kamuculuk, yurtseverlik vardır. Bu değerlerin CHP’ye bağlanmış olması doğrudur veya yanlıştır, ama bu bir veridir.

CHP’nin kendini tasfiyesi bu değerlerin yok sayılması anlamına da geliyor. CHP, Koç Holdingin merkezinin CHP’nin kalesi sayılan İzmir’e taşınması hayalidir! Bu hayal yukarıdaki değerlerle bütünleşik emekçilerin bir daha geri gelmemek üzere yok oldukları varsayımına dayanır. Üzücü olan budur. Bu anlamda şu anki duruma bakıp “gerçek CHP bu değil” demek yanlış olmaz.

HDP söz konusu olduğunda ise, orada düzenle bağların yer aldığı kurumsallığın dışında değerler var: Örneğin varlığı inkâr edilmiş Kürtlerin haklı kimlik arayışı var. Bu anlamda adalet ve özgürlükçülük var. Kürt yoksullarının eşitlik özlemi var… Yine, bunların nerede nasıl vücut bulmasının doğru olduğunu tartışabiliriz. Ama bu değerlerle söz konusu hareket arasında bağ kurulmuş olması bir veridir.

HDP’nin siyasetten geri çekilişi bu değerlerin artık geçerliliğini yitirdiği iddiasına denk düşüyor. Üzücü olan budur. Ve “gerçek HDP bu değildir.”

Bize düşen bunların gerçeğini özlemek değil. Halkımızın değerlerini öksüz bırakmamak.