Geçen haftadan kalanlar

9 Ocak Çarşamba günkü yazımı hatırlayanlar ondan önceki hafta sonu ÖDP'nin düzenlediği bir toplantıdan, daha doğrusu o toplantının çağrıştırdıklarından söz ettiğimi hatırlayacaklardır.

Söylediğim gibi devam edeceğim...

* * *

Verimli olduğunu hissettiğim toplantıda beni bu kanaate taşıyan konuşmacılardan biri Hayri Kozanoğlu'ydu. Sevgili Hayri bir vesileyle dış politika alanına emekçilerin, yoksulların taşınması ve sosyalist anlayışın bu kesimleri esas alarak üretilmesi yolundaki yaklaşıma karşı bir uyarıda bulundu. Hayri, bugün Suriye'de tekbir çekip kafa kesen insanlıktan çıkmış adamların, çok büyük olasılıkla yoksul olduklarını hatırlattı. Oysa bunların memleketlerinden kovmak için tehdit ettiği yerleşik kesimler pekala varlıklı, orta sınıf, hatta basbayağı zengin olabilirlerdi. Suriye'nin Hıristiyan azınlığının dünyanın orasından burasından toplanmış bu yamyamlara göre daha az emekçi olduklarını düşünebilirdik.

O halde sosyalist hareket yüzyılların devletler eksenli dış politika zeminini altüst etmeye kalkarken işi şirazesinden de çıkartmamalıydı.

Hayri söyledi mi bilmiyorum, ama aynı sosyalist hareket emperyalizm, anti-emperyalist mücadele, işbirlikçilik, aydınlanma, dinci ideolojiler gibi başka kategoriler de üretmiştir. Bir alanda adım atarken başka kazanımlarımızı heba etmenin manası yoktur.

* * *

Doğrusu, ben de söz konusu toplantıda yaptığım sunumda, sosyalist hareketin çeşitli başlıklarda ülkenin, toplumsal mücadelelerin, kültürlerin vb birikiminden bir dizi kazanımı devralıp geleceğe taşıyabileceğini düşündüğümü söylemiştim. Konu dış politika olduğunda sol bir şeyleri devralıp taşıma konusunda biraz kestirip atabilmelidir, dedim...

İşin özeti, sosyalist hareket dış politika söz konusu olduğunda ülkede kendinden önceki tarihsel yapılanmadan, olsa olsa minimal bir miras edinebilecektir. Eskinin çok büyük kısmı, bizim için çöptür ve tereddütsüz atılmalıdır.

Başka bir konuda, örneğin Türkiye toplumunun dinsellik dışı, seküler kültürel, siyasi, bilimsel, ideolojik birikimi bir aydınlanma mirası oluşturmaktadır. Sosyalist hareket bu miras karşısında özenli davranmalı, laisizme ulu orta elitist, tepeden inmeci falan gibi suçlamalar getirilmesine itiraz etmelidir. Kuşkusuz sosyalizmin aydınlanması -aynı anlama gelmek üzere emekçi aydınlanması- söz konusu mirastan çok daha kuvvetli, derin, kütlesel olmalıdır ve olacaktır. Ancak saldırı altındaki geçmiş birikime bir tekme de solun atmaya kalkması büyük sorumsuzluk ve yanlış olur. Kaldı ki, bu birikimde “bizimkiler”in veya dostlarımızın çok emeği geçmiştir...

Bu örnek bir şeyler anlatıyorsa, dış politikaya dönebilirim. Bu alanda benzeri bir olgu söz konusu değildir. Burjuva aydınlanmasının üretimine katılan solcu ekseni sola çeker. Dış politikanın üretimine katılan solcu, kendisi milliyetçileşmezse bile etkisiz kalır.

Yakın tarihe baktığımızda günümüz solcusunu heyecanlandıracak nerdeyse biricik slogan Yurtta Sulh Cihanda Sulh olarak karşımıza çıkıyor.

Toplantıda da söyledim savaş rüzgarları altında yaşadığımız günümüzde bu slogan sadece estetik değil, aynı zamanda çok yerindedir de. Türkiye solcuları göğüslerini gere gere ülkede barış-dünyada barış diyebilirler.

Ancak bu hoş referans, İkinci Dünya Savaşı öncesi yılları “bizim” yapmaya yetmez. Öyle olsaydı, barış diyen ve Sovyet dostluğunu gözeten düzenin önce Nazilere duacı olup sonra da NATO'ya koşması tereyağdan kıl çeker gibi gerçekleşemezdi. Türkiye Cumhuriyeti bir politikadan diğerine çok kolay geçmişse, yalnızca bu bile, barış ve Sovyet dostluğunun ilkeli değil faydacı karakterinin ağır bastığı anlamına gelir.

Sonuç: Sosyalizm dış politikada radikal ve kopuşçu olmalıdır.

* * *

Zaten anti-emperyalizm bu anlamda en sert kopuş değil midir?

Bu söylediğimde bir yenilik olmadığını, işin abecesini dile getirdiğimi düşünenler, bunca yaşanandan sonra Ortadoğu denklemiyle emperyalizmi hâlâ buluşturamayan solcuları hatırlamalılar.

O kategoriden toplantıda vardı. Bunlar Libya'da Kaddafi rejimine karşı şeriatçı paralı asker çeteleri ortaya çıktığında “asrın sazanı” durumuna düşmüşlerdi. Silah görünce “devrim radikalleşiyor” diye buldumcuk olanların emperyalizm hakkında daha on fırın ekmek yemeleri gerekiyor!

Kulun bildiğini nezaket olsun diye saklayacak halim yok EMEP'ten söz ediyorum...

Toplantıda bu eğilimin temsilcisi arkadaştan “sürecin devam ettiğini” öğrendik.

Hayat devam ediyor diye şiir yazabilirsiniz ama, bundan başka bir anlam yüklemeden “süreç devam ediyor” diye analiz yapamazsınız.

Devam eden süreç emperyalizmin Ortadoğu'ya biçim vermesi ise buna direniriz. Devam eden süreç devrimse, radikalleşme bekleriz.

Koca emperyalizmi göremeyen, görenleri de utanmadan “her baktığımız yerde emperyalizmi görmek”le, abartmakla tiye alanların, Libya'da silah patlayınca devrimin radikalleştiği fikrine kapılmaları rastlantı değildi. Emperyalizm konusunda körlük insana neler yaptırmaz!

Yukarıda sazan dedim diye beni ayıplamayın. Kimse kusura bakmasın, ama örneğin DSİP için sazan demem. ABD'de yeni muhafazakarlara, neo-konlara akıl fikir servisi yapan eski troçkistler var ya, DSİP onların mirasçısıdır. EMEP kuşkusuz farklı olduğu için eleştiriyorum.

* * *

Emperyalizmin rolüne işaret ettiğimizde, hakkımızda, sadece bu rolü abarttığımız söylenmiyor. Bir de “halkı küçümsediğimiz” dillendiriliyor.

Bu yaklaşıma göre teori önceden yazılmış reçeteye indirgenir. Devrimci hayattan öğrenen kişi oluverir. Kitlelerin mücadelesi bereketlidir...

Oysa bu eleştiriye kaynaklık eden tezler, dikkat edilmezse basbayağı aydın düşmanlığına, kitle kuyrukçuluğuna, pragmatizme varacaktır.

Ben bir ek daha yapayım. Lenin bize örgütlü öncünün, politik öznenin sınıf mücadelesindeki rolünü öğretmişti. Yüz yıl sonra kitleci bir bayağılığa yuvarlananların Lenin'le alakaları kalmamış demektir.

* * *

Emperyalizmi abartmayanları Irak'ta on yıl önce gördük. Solculuk iddiasını kimseye kaptırmayan bir kısım Türk ve Kürt hareketleri “biz de anti-emperyalistiz” demiş oluyorlardı. Ama diye sürüyordu verdikleri görüntü, “emperyalistlerin yaptığı işimize yarayacaksa neden olmasın.”

2013'te bu kez Suriye örneğinde aynı filmi yeniden seyredemeyiz!

On yıllık sürenin arasında, ayrı bir konuda, AB sürecine ilişkin olarak biz çok “havet” duyduk. Havet bir yana, kimi ünlü solculara göre “AB'nin sınıf sömürücüsü yanlarını reddetmeli, ama geliştirici, demokratik yanlarını alıp cebimize koymalıydık.”

Biz doyduk ve bu saçmalıklara devam etmek isteyenlere iyi danslar diliyoruz.